Tarih: 28.05.2022 21:18

Nazım ELMAS ile Söyleşi

Facebook Twitter Linked-in

Hocam sizi tanıyabilir miyiz?..

Özgeçmişler heyecanlıdır.Kimmiş bu adamla başlayan merakın yavaş yavaş erimeye başladığı kardan adamdır özgeçmişler. Kısaca ben de anlatayım: Giresun doğumlu bir akademisyenim. Erzurum ve Samsun'da Lisans ve diğer akademik çalışmaları yaptım. Halen Giresun´da öğretim üyesi olarak çalışıyorum. Edebiyat sevdiğim bir alan. Mesleğimin ilgi alanımla birleşmesinden dolayı memnunum. Akademik çalışmalar devam ediyor. Kitap çalışmaları ve makalelerle edebi ortama katkı yapmaya çalışıyorum.

Medeniyetlerin inşasında yazarların şairlerin rolü nedir?

Sanatçılar, çağının çocuğudur. Onlar döneminin sanat anlayışını temsil eder. Yeni denemeleri ile nesillerin sesine tercüman olurlar. Her sanatçı öncekilerin üstüne yenilerini ekler. Sürekli değişen dünyada sanat eserinin yerinde sayması elbet beklenemez. Sanatçının bir insan olarak farklı bir kimliği vardır. O, nesillerin birikimini, kalıcı bir formda ve estetik bir çerçevede geleceğe taşır. Her an üzerine yeni unsurların eklenmesiyle sanatçıdan hayata yansıyan değerler manzumesi yumağı büyür. Yıllar geçer sönmeyen ocak sanatçının sesidir, susturulamayan ses de yine onun sesidir. Sanatçının farklı oluşuyla ilgili bir özelliktir bu. Medeniyetler birikimlerin ürünüdür. Dilde, sanatta, ilim ve teknikte, hayata anlam vermede yılların birikimi medeniyetin özünü teşkil eder. Düşünen insanlar medeniyetlerin mimarıdır. Sanatçıların ruh anaforlarından sızan huzmeler medeniyetlerin ışığı olurlar. Nerede sınırları belli bir alan varsa orayı sanatçıların da desteğiyle yaşanabilir bir yere dönüştürmek mümkün olmaktadır. Medeniyet yaşanabilir alanın adıdır. Aslında şunu unutmamak lazım: Ülkeleri liderler kurar, yönetir. Oralarda yeni bir dünya kurmak sanatçılara kalır. Medeniyetlerin oluşumu bu noktadan itibaren başlar. İnsanların hisleri arzuları, acıları, özlemleri, beklentileri hayata ait değerleri sanat erbabının duyarlılığı ile geleceğe taşınır. Hayat damarı denilen de budur...     

 Sizin Cahit Zarifoğlu ile ilgili çalışmanız da mevcut. Zarifoğlu´nun duruşu bize ne anlatır hocam?

            Cahit Zarifoğlu sanatçı kimliğinin yanında kişiliği ile örnek bir şahsiyet. Hayata bakış itibariyle çizgisi net biri. Yazdığı şiirler bakımından değerlendirdiğimizde usta bir şair, hikâyelerinden gidersek iyi bir hikâyeci. Çocukları unutmayalım bu arada. Zarifoğlu´nun Çocuk Edebiyatı bağlamında yazdığı eserlerin değeri okuyanlarca bilinmektedir. Onun duruşunu gözlemlediğimiz önemli bir yanı Mavera adlı edebiyat dergisi hizmetidir. Derginin çıkarılma aşmasında Zarifoğlu kimliğini görmek mümkün. Hatıralarında ve yazılarında bu teşebbüsü etraflıca anlatıyor. Her dergi burada aktaracağım delice, ama kararlı duygularla yayın hayatına giriyor. Dergi çıkarmaya karar veren Zarifoğlu ve arkadaşları yeterli sermayeden yoksundur. En cesuru Zarifoğlu´dur. Şöyle der:?Siz bize doğru uzatılmış para demetlerini göremiyorsunuz.? Dediği olur. Dergiye destek verecek kişiler çıkar. Kendi birikimlerini de katarak Mavera dergisini çıkarırlar. Derginin ? Okuyucularla ? başlıklı kısmı ona aittir. Genç yetenekleri teşvik eder yönlendirir. İl dışı gezilere ya da yurt dışı çalışma  veya geziye gideceklere önerisi hazırdır: Ellerine bir küçük defter tutuşturarak gezip gördükleri yerlere ait intibalarını yazmalarını ister. Bu yolla hazırlanan yazıların dergide yayınlandığına şahit oluruz. İnsan olarak atak, cesur, teşebbüs kabiliyeti yüksek kendine güveni üst seviyede bir kimlikle karşılaşırız. 

                      Onun duruşuna gelince? Elbette belli bir dünya görüşü vardı. Bunu sanat faaliyetlerinde bir engel olarak görmemiştir. Dünya görüşleri ve sanat telakkileri farklı kesimlerle diyalog kurmada oldukça beceriklidir.?Yaratılanı hoş gör, yaratandan ötürü ?anlayışını nefsinde yaşayan bir kişi olarak, bu düsturu hayatına aktarmıştır. Onun Cemal Süreyya´ya yazdığı bir mektup basında da yer aldı geçen yıl. Düşüncelerin- buna biraz daha belirgin olarak ideolojilerin diyebiliriz-insanlar arası ilişkileri keskinleştirdiği ve ayrıştırdığı zamanlarda yazdığı mektup, sanatçı ruh yanında, sahip olduğu dünya görüşüne ait hoşgörüyü ve seviyeyi de göstermektedir. Cemal Süreyya´ya ne yazmıştı diye merak edenler olabilir. Tekrarlamak babından da olsa hatırlatalım: Mektubun yazıldığı yıllarda Cemal Süreyya Fransa´dadır. Zarifoğlu onun adresini bulmuş ve mektubunda sanatını takdir ettiği şaire Türkiye´ye döndüğünde daha sık görüşmeyi, mümkünse bir öğrenciyi küçümsemezse öğrenci evinde arkadaşlarıyla beraber kalmayı teklif etmiştir. Belki bunun pratiği yoktur ama Zarifoğlunun ulaşabildiği alanı ifade etmesi bakımından önemli ve değerlidir.     

    Çözümsüzlük yoktur Zarifoğlu´nda? Afganistan´da Ruslara karşı bir kıyam vardır.1980 yıllar? Oraya gidilip çekimler yapılacak, mücahitlerin durumu yakından takip edilecektir Yine sermaye yoktur; araç yoktur. Bir otomobil fabrikasından reklâm çekimleri için araç alınır. Reklâm ajansı adına o yollar aşılır. Amaca ulaşılır. Rahmetli Erdem Beyazıt´ın İpek Yolundan Afganistan´a adlı eseri, Zarifoğlu´nun iş bitirici tavrını burada göstermiştir. Tüm bunları değerlendirdiğimizde sanatçımız bize hoşgörüyü, kendine güvenmeyi, her düşünceden insanla diyalog kurabilmeyi, çok çalışmayı, ümitsiz olmamayı telkin etmektedir. Biz işi tadında bırakalım. Eserlerini okuyarak onu anlamaya çalışmak, bu güzel adama karşı yapacağımız en iyi vefa borcudur.

İsterseniz Akif´e de şerh düşelim hocam? Puslu nice zamanda, birlik ve beraberliğin içleri aydınlatan rayihası ile anlatır güzellikleri. Hisli Yürek Akif´in düşünce dünyamızdaki yerini sorsam ne dersiniz hocam?

Zarifoğlu´ndan Akif´e geçtik? Geçilir. Her ikisinin de şiir damarları aynı kökten beslenir. İnsana ve olaylara bakış itibariyle ortak noktaları çoktur. Sanat anlayışlarında geçen zamanın getirdiği bir zevk değişikliği tabii olarak bulunacaktır. Akif bir hisli yürektir. Safahatın girişinde şöyle der:

Bana sor sevgili kari´, sana ben söyleyeyim,

Ne hüviyette şu karşında duran eş´arım:                                                                                 

Bir yığın söz ki, samimiyyeti ancak hüneri;                                                        

Ne tasannu´ bilirim, çünkü, ne san´atkarım.                                                                          

Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;

Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzarım!                                                                                    

Oku, şayet sana bir hisli yürek lazımsa;

 Oku, Zira onu yazdım, iki söz yazdımsa.

            Görüyorsunuz burada bir hisli yürekle karşılaşıyoruz. Geniş topraklarda bir gül devri bitmiştir. Akif ?Gül devrini görseydim bülbül olurdum.? diyor. Yaşadığı dönemde Akif´e önemli bir görev düşmüştür. Aslında böyle bir görevi ona kimse teklif etmemiştir. O içindeki sevgi ve ilgiyle zor zamanda kendine düşen sorumluluğu bilmiş, yapılması gerekenler içinde kendi alanına düşeni tespit etmiş ve yerine getirmiştir. Bütün bir İslam coğrafyasını basın yoluyla bilgilendirmeye çalışılmış, bu coğrafya çok geniş bir mekan olarak şiire girmiştir. O zamanın imkânlarına bakılırsa böylesi geniş bir alana mesaj ulaştırmak hayli zordur. Osmanlının bu topraklarda tanınmasına vesile olan basın faaliyeti, Milli Mücadele yıllarındaki maddi ve manevi desteğin de temellerini atmıştır. Burada bir ayrıntıyı kaçırmayalım. Akif bu geniş coğrafyanın en itibarlı ve güvenilir kişisidir. Teşkilat-ı Mahsusa adına devleti temsilen Berlin´e , Necid ve Hicaz´a giderken, güvenilir kimlik olma özelliği önemlidir. Bu fiili görevlerin yanında, fikri görevlerini de ihmal etmemiştir. İslam dünyasının geri kalmışlığı, insanların durumu, siyasi yalnızlığı Akif´i düşündürmüş ve bu alanlarda tespitler ve teklifler sunmuştur.   

           Tembellik, cehalet, ümitsizlik, tefrika gibi konularda şiirler yazmış, insanımızın düşünce ufkunu Balkanlardan Orta Asya´ya, Tataristan´dan Afrika´ya kadar genişletmiştir. Şiir külliyatı ?Safahat? safha safha bir hayatın ifadesi olduğu gibi, o günkü ortamda gerekli olan var oluş esaslarını da bildirmektedir. Ölümünden sonra Safahat bir başucu kitabı olduysa bir mütefekkirin kaleminden çıktığı içindir. Hitabelerde, sohbetlerde, meydanlarda Safahat´tan mısralara rastlıyorsak, Akif´in, hemen her konuda insanımızın ihtiyacı olan fikirleri söylemiş olmasıyla alakalı bir zenginliği hatırlamalıyız. Akif,  ?Sessiz yaşadım, kim beni nerden bilecektir?? diyor.. Ömrüne çok şey sığdırdı, sessiz yaşamadı bu hakkı teslim edelim. İstiklal Marşı gibi, adeta bu memleketin tapusunu bize miras bırakması yeni nesillerin onu hiç unutmaması için yeterli bir sebeptir.

Bugün dünya üzerinde yeni siyasi oluşumlar ortaya çıkıyor. Ülkeler yeni ortak değerlerle bir araya gelmeye çalışıyorlar. Safahat´ın önerdiği ittifaklar, birliktelikler ve gelişmeler bugün tezahür ediyorsa, bu Akif´in ufkunu gösterir. Aynı şekilde Akif´in İstiklal Marşı´nda toplu olarak bir kısmını ifade ettiğini fikirleri benimsemenin gereği ve önemi anlaşılmaktadır.

Günümüzde şiirin yürüyüş alanını nasıl değerlendiriyorsunuz. Şiirimizin yürüyüş alanında  Sezai Karakoç´un yeri nedir?

            Şiirimizin yürüyüş alanında Sezai Karakoç önemli bir çıkış noktasıdır. Bu toprağın sesi olma noktasında Sezai Karakoç´tan önce aynı yolsa şiir söyleyenler elbette vardı. Son dönemde Akif´in, Necip Fazıl´ın şiirde söylediklerini Sezai Karakoç sürdürmüştür. Sezai Karakoç sanki ulu bir istasyondur. Oraya gelen şiir zevki ve estetiği dinlenmiş, yenilenmiş bu yeni ustanın müdahalesi ile çok daha yeni, derin ve etkili bir şekil alarak çağın icaplarına paralel bir ses olmuştur. Bu söyleşinin hudutları tek başına Sezai Karakoç´u anlatmaya yetmez. Bunu belirttikten sonra Karakoç´un kendisinden öncekilerden de derin bir şiir ustalığıyla, yine mütefekkir birikimle şiirler yazdığını söylemeliyiz. Bütün bir İslam düşüncesi Sezai Karakoç´ta birleşmiş, şiiriyet şartlarının gerektirdiği estetik bir çizgide sunulmuştur. Karakoç aslında bu çağın aradığı şair olarak da kabul edilebilir. Günümüzde insanların kaybettiklerini arama alanında Karakoç´un şiirleri bir derman olarak görülmelidir.

Dil ve kültür bir millet için niçin önemlidir?

             İnsan toplulukları ortak değerler etrafında birleştikçe millet olma vasfı kazanırlar.Bir olaya birlikte sevinmek ve birlikte üzülmekle başlayan ortaklıklar,zaman içinde artan bağlarla tam bir bütünlük arz eder.Bu aşamada milli unsurlar ortaya çıkmış olur. Duygu düşünce ve hayallerin dışa vurulması insanın kendini ifade edebilmesi bir ihtiyaçtır. Bunların türlü vasıtalarla-renk,çizgi,desen,taş,kelime gibi- somutlaştırılması insanlar arasında iletişimin oluşmasını sağlar.Bir kişi tarafından seslendirilen düşünceler alıcı konumundaki muhatabın onu çözmesine bağlıdır.Seslere ve şekillere aynı anlamı yükleyebilenlerin anlaşması kolaydır.Diğerleri için sesler ve şekillerin hiçbir anlamı yoktur.Sanatın diğer şubeleri için de bu söz konusu olabilir.Sanat tabii olarak kültürle bağlantılıdır.Sanatçının duygu,düşünce ve hayallerine kaynak olan ilham da içinde bulunduğu toplumun ve durumun dışa yansımasıdır.Böylece kültürel bir temelle ve dil vasıtasıyla insanlar arasında kolayca iletişim kurulabilir.Dili olan millet var olabilir. Dili sayesinde konuşabilen anlaşabilen ortak hedefler ve ilkeler oluşturabilen bir toplumun milleti olması, varlığını sürdürmesi mümkündür. Dilin anlaşma vasıtası oluşu seslere verilen anlam değerleriyle ilgilidir. Toplum kendi içinde yaptığı gizli ve tabii bir sözleşme ile canlı ve cansız varlıkları, kavramları ve hareketleri aynı seslerle karşılar. Böylece ortak bir anlaşma dili oluşur. Toplumun bütün fertleri kendi aralarında bu ses şifrelerini çözebilecek birliktelik içinde olurlar. Sadece bu özellik bile, bir milletli bir başka güç altında milli benliğini muhafaza ederek çözülüp dağılmaktan yok olmaktan kurtarır.           

       İnsanların konuşma ihtiyacını karşılayan dil, usta kullanıcılar elinde daha kalıcı, etkileyici, zengin çağrışımları olan edebi metinler haline gelir. Bu uygulama bir yandan dilin yaygınlaşmasını ve zenginleşmesini sağlarken, bir yandan da kültürel birikimin millet fertleri arasında kaynaştırıcı rolüne destek verir.  İnsan konuşan bir canlı. Kendini ifade eden duygu ve düşüncelerini çeşitli vasıtalarla dışa vuran bir varlık. Bunları nasıl ifade edeceği vasıtalarla ilgili bir konu. Dil nasıl ifade edileceğinin yolunu gösterir.. Ancak tüm iletişim yollarıyla neyi ileteceği vasıtalara neyi yükleyeceğini kültürün önemini ortaya koyar. Vasıtaları hammadde halinden çıkarıp mamul hale getiren çalışmanın özünde kültür vardır. Sade bir toprak bir çamur yığını olan malzeme testi ya da vazo olduğu zaman daha bir değer kazanır. Kültürel birikim, toprağın testi haline getirilmesindeki süreçler, milletin daha seviyeli daha verimli konumda bulunmasına vesile olur. Değişik ülkelerde kültürel değerlerden kopma ve koparılma çabaları dikkat çekmektedir. Kendi kültürlerinden koparılmaya çalışılan nesillerin geleceğinden emin olmak imkânsızdır. Her millet kendi kültürüyle ayakta durmayı hedeflerken, bazı ülkelerde yetkililerin hatta aydınların mahalli sıkıntılar açmaya yönelik tutumları aynı değerler etrafında kültürel bütünleşme gayretlerini kesintiye uğratmaktadır. 

                                                                                                      Söyleşi: OSMAN ÇELİK




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —