Tarih: 14.05.2020 11:17

SULARIN ÖĞÜTTÜĞÜ UNLAR!

Facebook Twitter Linked-in

Kağnılar gıcılardı acı poyraz gibi. Sırtında yük mü taşırlardı yoksa milletin kaderini mi halen bilinmez. Ama bilinen bir gerçek vardır ki kimi un, kimi umut kimi de bu milletin tüm dertlerini sırtında taşıdığıdır. O dönem de mazıların yanık sesine, nice anaların ağıtları karışmıştır.

"Ot bitmedi goyun, guzu perişan..
Aç mı galır doğru yolda çalışan...
Güçcük yaşta hayınlığa alışan....
Arar belasını bir gün de bulur..."

Unluk buğdayın ölçümü horanta sayısına göre ayarlanır, gelecek misafirler ve fakir fukara payı da eklenirdi. Unluk buğday; bir cinsten olabileceği gibi, genelde bir kaç cins buğdayın karışımından da ayarlanırdı.

O yılın verimine bağlıydı. Un öğütmeye giderken, hayvanlar İçin yemlik olarak da çavdar, arpa, fiğ ve burçaktan ? Zavar ? ve ? Kırma ? da yaptırılırdı. Bazen de un önce öğütülür, diğerleri kışa doğru yapılırdı. Kışın aşağıdaki türküleri bir daha söylememek için, hayvanların yemi büyük kaygıydı. Garlar yağar döne döne... Davar yemlenecek gene... Bir gama verin sohuyum.... Gıyılmadıh datlı cana ....

Her köyde değirmen olmazdı. Değirmen olması İçin suyun çok olması gerekirdi. Ancak bol su değirmen taşlarını çevirirdi.

Değirmen suyu; çok uzun ve geniş arklarla ırmaktan geldiği gibi, yine arklarla yakın yerlerden de gelirdi. Mesafe su kaynağının uzaklığına bağlıydı. Eğer ırmaktan geliyorsa; ırmak üstüne büyük bir bent tutulur, o bentten arklara verilirdi. Sezon başlamadan, bentlerin bakımı yapılır, arklar temizlenirdi. Bu işi değirmenciler yaparlardı. Bazen suyun aşağısında olan tarla sahipleri bentleri yıkarlardı. Bu durum tespit edilirse kavgalar da olurdu. Ayrıca taşların dişemesini de ustalar yapar, bu ustalar Değirmenleri gezerlerdi. Unluk buğdaylar ayarlandıktan sonra kağnı veya at arabalarıyla bir ırmak kenarına getirilirdi. Irmak içine ? Salma ? yapılır; bulgurluk buğdayın yıkandığı gibi iyice yıkanır, yıkanan buğdaylar ya orada veya eve yakın bir yerde kilim serilerek hazırlanmış sergilere serilir, kurumaya bırakılırdı. Unluk yıkamak için güneşli havalar takip edilirdi.

Havanın durumuna göre bir kaç gün karıştırılarak iyice kurutulurdu. Kuruyan buğdaylar tekrar elenerek temizlenir, sonra çuvallara doldurulur ve değirmen günü beklenirdi. Buğdayların elenmesi sırasında bir türkü tuttururdu kızlar.

Yohuşa yuharı beli gırıla....
Gümüş saplıyınan suyu guyula...
Yazıcının on barmağı gırıla....
 Benim uçun devre çalmış galemi..

Güz mevsimi gelince herkes un öğütmeye başladığı için, değirmenlerde sıra olurdu. Buna halk arasında bazı köylerde ? Nöbet ? bazı köylerde de ? Keşik ? denirdi. Un öğütmek için önceden sıra almak gerekirdi. Un öğütecekler bu nöbetlerine göre gittikleri gibi, aniden de gidenler olurdu. Un öğütmeye gelenler, öküz kağnıları, geverli camız kağnıları, at arabaları ile gelirlerdi. Unu az öğütecek olanlar da seklem çuvalları ile eşek sırtında getirir; öğütme sırasında az olduğu İçin araya girerlerdi.

Bazen değirmende arıza olur, orada bir kaç gün yatılırdı. Tarihin karanlık sayfasına gömülmüş, hatıraları ve o gün bu hatıralara alın terlerini katarak emek vermiş olan değirmencileri de yad etmeden geçemem. Çocukluğumdan kıt kanaat bazılarını hatırlarım. Bir kısmını da rahmetli Paşa Dedem Hasan Basri Güzeldağ ( Hasan Çavuş ) anlatırdı. Uzun yayladaki Örenşar´da un öğüttüğünü, hatta Tecer Değirmenlerine gittiğini, yol üstünde Keven Ağalarına, Kötüköyden ( Kazanpınar) İmamoğlu´na misafir olduğunu anlatır dururdu. Tecer Vadisinde, Tecer Köyü ile Eski Karahisar Köyleri arasında 5, 6 tane Su Değirmeni varmış, çevre köyler ve Kangalın bir çok köyü burada öğütürmüş. Güz mevsimi gelince bu Vadi çok kalabalık olurmuş. Bu günkü Güney İlbeyli topraklarını sulayan Gazibey Barajının kurulu olduğu halk arasında ? Tonus Irmağı ? olarak bilinen, Üskülüç Irmağının üstünde bir çok su değirmeni vardı. Bu ırmak; Tonus Ovası ve çevresindeki dağlardan doğar, kuzeye doğru akarak Kızılırmak´a karışır. O yılların kar yağışını düşündüğümüzde, ırmağın Debisini ve Rejimini anlatmama gerek yok sanıyorum. Dört mevsim bol sulu bir ırmaktı.

     Bu değirmenlerin ikisi Karaboğaz mevkisindeydi. O bölgedeki Altınyayla Doğupınar ( Şahlı ) Köyü sınırları içinde bulunan değirmenin biri, Şahlı Köyü halkından Necmettin Özkan´ın( Namı diğer Meçö ) değirmeni ve diğeri de Şabanların ( Şebenler) Şaban Avşar´ın, Altınyayla´dan Ahmet Ağa ve Ahmet Subaşı´nın ortak olduğu değirmendi. Tonus Köylerinin hemen hemen tamamı, İlbeyli Köylerinin de bazıları unlarını burada öğütürlerdi. Diğer Değirmenler ise yine aynı suyun üstünde İlbeyli Çonğar ve Güney Köylerindeydi. Çongar´daki değirmenin biri Sarıkaya Mevkiinde ve aynı köyden Halim Ateşalp, Mahmut Ateşalp, Ahmet Vermez ve Ahmetli Köyünden namı diğer Kıllı Mehmet´in ortak olduğu değirmendi. Diğeri ise Ada Tepe Mevkiinde, Hamogil Sülalesinden Hacı Ka, Hacı Duran, Haydar ve namı diğer Sarıoğlan´nın ortak olduğu değirmendi. Bunların vefatından sonrada çocukları Ebubekir Çongar, Yusuf Çongar ve Haşim Çongar tarafından bir müddet daha işletildi. Bu değirmenlerin bir de ustası vardı.

Ailesi Sivas´ta oturur, kendisi öğütme mevsiminde gelir üç beş ay değirmenlerin bakım ve düzenini ayarlar, unları öğütür ve değirmende yatar kalkardı. Adına Erbaam Usta derlerdi ve Ermeni asıllıydı. Onun öğüttüğü unlardan yapılan ekmeklere doyulmazdı. Çok lezzetli olurdu. Güney Köyünde ise Hacı Sait Şahin´in ( Namı diğer Hasseli) değirmeni vardı. Güney Köyü ile Hanlı Köyü arasında, bu günki Değirmen Burnu mevkiindeydi. Bu mevki de adını değirmenden almıştır. İlbeyli Köylerinin çoğu bu değirmenlerde un öğütürlerdi. Hatta Şarkışla´nın yakın köyleri de buraya gelirlerdi.

Osmanlı Devletinin son yıllarından itibaren faaliyetlerini sürdüren bu değirmenlerin bazıları 40 lı ve 50 li yıllarda kapanmış, bir kaç tanesi de 60 Lı yılların sonuna kadar faaliyetlerini sürdürmüş; motorlu değirmenler çıkınca, onlarda teknolojiye yenilmişlerdi. Su Değirmenler´i bol su ile çalışırdı. Arklarla değirmene gelen sular, bir boru ile değirmenin ? Domuzluğunda ? bulunan çarklara basınçla iner ve çarkları dönderir, çarklarda bağlı bulunan taşları dönderirdi. İçeri bir gürültü çökerdi. Suların sesi, çarkların sesi, taşların sesi birbirine karışırdı. Nöbeti gelene bir iştah çöker, yorgunluğunu unuturdu.

Nöbeti gelene ? Taş dönmüyor ? diyerek, ustalar bahşiş de isterlerdi. Çarklardan çıkan sulardan aşağıdaki tarlalar ve bahçeler sulanırdı. Anlatılanlara göre: Bu su değirmenlerinin birine taze bir gelin de un öğütmeye gelmiş eşiyle. Buğdaylar at arabasından alınıp değirmene konmuş. Fakat gelin bir türlü arabadan inip içeri gitmemiş. Çok ısrar etmişler ama nafile. Bunun üzerine eşi rica etmiş ununun hemen öğütülmesi için. Fakat nöbet başkasındaymış. Değirmenci sırayı vermeyince, aşağıdaki türküyü söylemiş.

?Değirmenin bendine Taş dönmüyor dönmüyor
Döner kendi kendine Acar gelin arabadan inmiyor
Değirmene taş koydum Taş dönmüyor dönmüyor
Ben bu yola baş koydum Acar gelin arabadan inmiyor..?

Bu türkü üzerine kavga çıkacağı anlaşılınca, nöbet sırası verilmiş. ( Eskiden yeni evliler eşlerinin adlarını söyleyemezlerdi. O yüzden hanımına Acar Gelin diye hitap etmiştir. ) Taşların üstünde bulunan tahtadan yapılmış üçgen prizma şeklinde ters duran ? Sepete? doldurulmuş buğday; belli bir ayarda dönen taşın ortasındaki deliğe bırakılırdı. Bu ayarı ustalar yaparlardı. İki taş arasına giren buğday, taşın dönmesiyle öğünerek kenara dökülür, buradan da küreklerle çuvallara doldurulurdu. En çok kaygı çekilen ise unun yanık kokusu vermesiydi. Usta bu hususa çok özen gösterirdi. Un öğütülürken değirmenden çıkan herkes bembeyaz olurdu. Eğer öğütme işi geceye kalmışsa, nöbet bekleyenler sıcak un çuvallarının üstünde yatarlardı. Un öğütmeye gelenler çörekler, börekler, yumurtalı kayganalar ve baklavalarla gelirler; usta ve çalışanlara hem de diğer gelenlere ikram ederlerdi. Değirmenlere çocuklarda gelirdi.

Mevsim gereği etrafta bulunan bahçelerde meyve toplar, yorulunca da sıcak un çuvallarının üstünde uyurlardı. Çocuklar; değirmenlerde çok yılan olduğu için, zaman zaman büyükleri tarafından da uyarılırdı. Nöbet bekleyerek bir kaç gün değirmende yatanlar, akşam olunca hem birbirlerine yardım eder, hem de koyu bir muhabbet kurarlardı. Uzun kış mevsiminde ? Mimsekili Odalarda ? ve Konaklardaki sohbetin bir benzeri başlardı. Bu muhabbetlerinde o yörede anlatılan, Kerem ile Aslı, Arzu ile Kamber, Ferhat ile Şirin, Aşık Ruhsati ve Minhacı´nın hayat hikayelerini anlattıkları gibi; Bağböyrekten, Hz Aliden, Ebamüslimi Horasaniden, Köroğlundan cenk hikayeleri de anlatılırdı.

Bu sohbetler sırasında o yılın verimi ve sosyal hayatın getirdiği sıkıntılar da gündemde olurdu. Anlatanlar, bilen ve yaşayan olursa can kulağıyla dinlenirdi. Savaş Gazileri gelince de; kimi Rus Cephesinden, kimi Kurtuluş Savaşı Yunan Cephesinden, kimi Çanakkale ve Seferberlik anılarından bahseder ağlarlardı. Kimi Atatürk´le, kimi Kazım Karabekir Paşa´yla konuştuğunu söylerdi gurur duyarak. Kimileri de Dedelerinin, Emmilerinin ve Dayılarının savaş anılarından bahsederlerdi. Bunları elbette yaşayanlar, bilenler, duyanlar söylerdi. Bu anıları dinlerken içimizde şaha kalkan Vatan ve Millet sevgisini anlatamam. Bazen de tatlı bir dini sohbet başlardı.

Peygamber Efendimizin sünnetlerinden ve hadislerinden söz edilirdi. Sesi güzel olanlar da bir avaz tutturur, türkülerle, suyun, çarkın ve taşın sesi birbirine karışırdı. O zaman gurbet pek yoktu. Türküler hep yanıktı. Genelde savaşları, esareti ve ölümü anlatırdı.

?Gene mi doğuyor ayınan yıldız...
Kavgalar oluyor geceli gündüz...
Deftere yazıldı onsekizbin kız....
Bekar Kızı yesir giden Erzurum...
Urus geldi Erzurum´u kuşattı....
Süngü taktı dört bir yanı boşattı..
Kilis(e) etti camileri döşetti....
Cuma´ları yesir giden Erzurum....
Elli dedim altmış dedim yüz dedim.....
Bu dünyadan umudunu üz dedim...
Götüreceğin bir top bez dedim....
Onu da eğer bulabilirsen......?

Öğütme işi bittikten sonra değirmencinin hakı verilir, kağnılar veya at arabaları yüklenir, helallik istenerek yola çıkılırdı. Yola çıkılmadan ? Sabındırıklarla ? mazılar yağlanırdı. Camız kağnılarının tekerlerinin yüzüne Demir halkalar çakılırdı. Teker döndükçe bu halkalar ters dönünce tekere vurur ses çıkarırdı. Bunlara geverli kağnılar derdik. Kağnıların gıcılamasını tekerleme ile söylerdik.

?Ağam zenginnnnnnnnn
Ağam zenginnnnnnnnn
Nerden zenginnnnnnnnn
Nerden zenginnnnnnnnn
Şordan burdannnnnnnn
Şordan burdannnnnnnnn?

Varsa çocuklar çuvalların üstüne oturtulur, köyün yolu tutulurdu. Köy yolları tozlu çamurlu olurdu. Bazen yüklü kağnılar çamura saplanır, hayvanlar çıkaramazdı. O durumlarda gelen kimler varsa omuz vererek çıkarırlardı. Köye gelince kağnılar, kanatlı kapılar açılarak geri geri içeri sokulur, büyük yılankoğdu çuvallar 5 , 6 kişi ile evliklere yerleştirilirdi. Eğer seklem çuvalları ise, kağnının üstünden ikişer kişi ile taşınırdı. Un çuvallarının içeri konması aile büyüklerine çok haz verirdi. Bir yıllık erzağın içeri konmasının huzurunu yaşar, Allah´a şükrederlerdi. Evin içine bir mutluluk çökerdi. Herkeste yaşama sevinci artar, kısaca huzur dolardı evin her yanı. Şimdi bakıyorum insanlara, dünyayı versen, bir dediklerini de iki etmesen bile mutlu edemiyorsun. Aileler arasındaki mal mülk yarışı desen hakeza. Un çuvallarına verdiğimiz omuzlar, seklem çuvallarını kucakladığımız kanatlar noldu? Dedelerinin yanında titreyerek, sevinçle değirmene giden, sıcak un çuvallarının üstünde mutlu olan çocuklarımız, bu gün dedelerinin bayramına bile gelmez oldu.

Altına araba alınan evlatlar, torunlar; ebeveynlerine huzur evlerinde yer arar oldular. Ne oldu bize, noluyor bize? Sular unlarımızı değil, içimizdeki şükrü ve insanlığı mı öğüttü ne? Lütfen, lütfen kendimize gelelim. Biz bu olamayız. Bu yazıda yardımcı olan Çongar Köyünden Ahmet Alpler´e, Hacı Mehmet Çongar´a, Güney Köyünden Ayhan Ören´e, Doğupınar Köyünden Ali Gürbüz´e, Abdülkadir Gürbüz´e ve Ulaş Örenlice ( Sert Mahmut ) Köyünden Kenan Arslan´a çok teşekkür ediyorum. Yazıda adı geçen bütün geçmişlerimize Allah´tan rahmet diliyor; hepinize saygılar sunuyorum...




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —