Tarihsel Akış İçerisinde Sivas Adı Nereden Gelmektedir?

Tarihsel Akış İçerisinde Sivas Adı Nereden Gelmektedir?

OLCAYTO ŞAHİN Yazdı...

Tarihsel Akış İçerisinde Sivas Adı Nereden Gelmektedir?

 “Sivas” şehrine tarih boyunca hangi adların verildiği, bu  ismin hangi tarihsel kökenden türediği ve Türkler’in eline geçtikten sonra şehrin adının hangi tarihten itibaren “Sivas” şeklini aldığı konusunu, sağlam tarihsel kaynaklarda yer alan bilgileri  detaylı bir şekilde analize tabi tutarak irdelemeye çalışalım: 

Osmanlı hakimiyetine kadar Sivas’a tarihi akış  içerisinde değişik isimler verildiği dile getirilmektedir: Sebasteia, Sebast, Sebas, Sipas, Sibasip, Sibir (Sivir), Sevaste, Dikapolis (Diospolis), Kabeira (Karama) , Talaura,  Megalapolis, Danişmentli ili ve Darul-ala.

1071 Malazgirt Zaferi sonrasında Türk hakimiyeti sağlandıkça, Anadolu şehirlerinin birçoğu eski isimlerini muhafaza etmişler, ancak bu isimler Sebastia-Sivas, Caseria-Kayseri, İkonium-Konya, Brusse-Bursa, Belea-Caesaria-Balıkesir, Smirna-İzmir örneklerinde olduğu gibi Türk ağzına ve deyişine uydurulmuştur.

Sivas’ın ilk adının “Sebast” olduğu ve “Sebast” adının da Hititlerin bir kolu olan “Sibasip” kavminden geldiği ileri sürülmüştür. 

 Roma İmparatorluğu döneminde, Pontus kralı Polemon’un eşinin, Roma İmparatoru Augustus’un saygısını kazanmak üzere ona bağlılık ifadesi olarak Yunanca’da “Ogüst şehri” anlamına gelen “Sebast” adını şehre verdiği iddia edilmiştir. 

 Roma İmparatoru Pompeus'un, Kapadokya’ya hakim olan Pontus Kralı Mithridates’i yenerek yöreyi ele geçirince, Lunus ve Mon Pharnak gibi dönemin ünlü iki mabedinin bu şehirde bulunmasından dolayı şehrin ismini “Tanrı Şehri”  anlamına gelen “Diapolis” olarak değiştirdiği öne sürülmüştür. 

Çok eski zamanlarda bugünkü şehrin bulunduğu yerde ulu çınarlar altında üç göze bulunduğu, Sivas adının “üç göze” anlamına gelen gelen Sipas’tan geldiği ve zamanla Sivas’a dönüştüğü iddia edilmiştir. 

Bunların dışında Ortaçağ’a ait yazılı kaynakların bir kısmında, şehrin adının “Sevast” olarak yazıldığı; bazı kaynaklar da Sivas'ın ilk adının “Cabyra (Kabira)” olduğu ve muhtelif dönemlerde “Talaura ve Megolopolis” adlarının verildiği de ileri sürülmüştür. Şehrin adı Selçuklular döneminde bugünkü şekline yakın, Osmanlı döneminde “Eyalet’i Rum” ve Cumhuriyet sonrasında ise “Sivas” olarak kullanılmaya başlamıştır. 

Sivas’ın tarihsel kaynaklarda geçen adları arasında sık sık geçen “Cabeira (Kabira)’nın  Tokat iline bağlı Niksar ilçesi olduğu kuvvetle muhtemeldir. Çünkü, M.Ö.65-M.S. 23 yılları arasında Amasya’da yaşayan ünlü coğrafyacı Strabon’un “Coğrafya” adlı eserinde  “Cabeira (Kabira)’nın, Kuzey Anadolu dağlarının eteklerinde kurulmuş olduğu” bilgisi, söz konusu dağların güney eteklerinde yer alan “Niksar”ı akla getirmektedir.

Yine tarihsel kayıtlarda geçen ve “Sivas” adının kökeni olduğu iddia edilen “Sebastopolis” , Antik dönemde Tokat’ın bugünkü Sulusaray ilçesi yakınında kurulmuş Roma  yerleşim yeridir.

Sivas’a atfedilen “Megalopolis” ismi, Strabon’un eserinde yer alsa da, Antik dönemde Amasya yakınlarında Yeşilırmak’ın üzerinde kurulu Magnapolis'in diğer adıdır. Strabon’un eseri incelenirse, Carana (Karana) isminin de, Sivas’a ait olmadığı anlaşılacaktır; bu adı taşıyan şehir, Zile’nin güneyinde kurulu bir şehirdir.

 Yine “Sivas” adının kökeni konusunda savunulan diğer bir görüş de, bugün 'Sivas' olarak kullanılan ismin 'Sipas'tan geldiğidir. Birinci el hiç bir yazılı kaynakta “Sipas” ismine rastlanılmaz.

 “Talaura” ise, Tokat-Zile arasında antik “Comana” (Gümenek) şehri yakınındaki bir bölgenin adıdır.

Pompeus tarafından “Diopolis” olarak adlandırılan şehir, Pythodoris tarafından bayındır hale getirilerek ismi ‘Sebaste’ olarak değiştirilmiştir. Böylece, Sivas'ın eski isimlerinden ikisinin "Diopolis" ve "Sebastia" olduğu görüşü ağırlık kazanmaktadır. Sivas'ın Türklerin eline geçmeden önceki eski isimlerinin “Diopolis” ve “Sebaste” olduğu görüşü ağırlık kazanmaktadır. Sivas şehrinin, Roma egemenliği çağından başlayarak, tüm kaynaklarda görülen ve ittifak edilen tarihsel adı “Sebasteia”dır. 

M.Ö. 25 yılında Roma İmparatoru Augustus, Anadolu’ya geldiğinde Pontus kralı I. Polemon vefat etmişti. Kocasının ölümünden sonra onun memleketine mirasçı olan I. Polemon’un eşi Pythodoris, o zamanki adı “Diospolis” olan Sivas şehrini onararak, yeniden kurmuş ve Roma İmparatoru Augustus’un seygisini kazanmak, ona bir şükran ve sadakat ifadesi olmak üzere bu şehre “Sebasteia” (Augustus Şehrî) adını vermiştir.Kelime daha sonra “Sebastos”, Selçuklular devrinde “Sevaste (Sivaste / Sivastos)”, Anadolu Selçukluları döneminde ise “Sivas” şeklinde dönüşmüştür.

Sivas'a Romalılar devrinde “Sebastia” dendiği bilinmektedir. Sivas için Roma komutanı Pompei tarafından da bu isim kullanılmış ve büyüklüğüne bağlı olarak “Sebasteia Megalopolis” denmiştir.

Sivas şehri için Bizans devrinde bazı kaynaklarda “Sivastia” dendiği gibi, bazı kaynaklarda “Sebasteia”, geç Bizans devrinde ise “Sebastos” dendiği tespit ediliyor. Nitekim Marco Polo, Selçuklular devrinde geldiği Sivas için “Sebastoz” ismini kullanmıştır. Bu ismin Selçuklular tarafından “Sevaste ya da Sivaste” şekline dönüştürülmüş olduğu görülüyor.

Selçuklular, Anadolu’ya geldiklerinde Akşehir gibi bazı şehirlerin ismini değiştirerek yeni isimler verdikleri halde, Sivas isminde olduğu gibi bazı şehirlerin isimlerini aynen koruyarak kullanmışlardır.

Sivas ismi hakkında İslâm kaynaklarına bakacak olursak, bu İslâm kaynaklarının Selçuklu devri öncesine ait bazılarında Sivas için “Sebastiya” adı kullanılmış iken Battalname’yi esas alan eserlerde ise mamûr şehir manasında “Mamûriye” adı kullanılmıştır.

Türkiye Selçukluları devrinde yazılmış İslâm kaynaklarında ise, Sivas adı bugünkü şekline yakın, “Sivas” şeklinde kullanılmaya başlanmıştır.

“Türkler’in eline geçtikten sonra, şehrin adının hangi tarihten itibaren “Sivas” şeklinde telaffuz edildiği kesin olarak bilinmemektedir. Şehrin isminin bugünkü gibi “Sivas” yazılışına, uzun yıllar Sivas’ta ikamet eden İranlı Necmettin Râzi'nin 1224’te Alâeddin Keykubat'a sunduğu "Mirşad Ai-İbad" adlı siyasetname türü eserinde ve İranlı coğrafyacı Zekeriya Kazvini’nin 1250'li yıllarda kaleme aldığı “Asâru’l Bilâd fi Âhbaru’l-lbad “ adlı eserinde rastladık.

Sivas adı, yöre tarihi ile ilgili önemli bilgiler içeren “Danişmend-Nâme”nin “Arif Ali yazması”nda da bugünkü gibi yazılmıştır” (Adnan Mahiroğulları, “Bozkırdaki Çekirdek” Sivas, s. 22).

“Günümüzde Sivas adı ile bilinen şehir, tarihi süreç içerisinde birçok farklı isimle anılmıştır. Nitekim Sivas’ın ilk çağlarındaki adı ile ilgili olarak “Talaura (Taulara), Megalopolis, Kabeira, Karana ve Diyopolis (Diospolis-Diyospolis)” gibi isimler zikredilmektedir. Roma döneminde, “Sebaste Cilicia, Sebaste Pophlogonia, Sebaste Phrygia, Sebaste Pontus, Sebasteia Megolopolis” gibi isimlerin sonlarına getirilen değişik eklerle duruma göre yer isimlerinin belirtildiği nakledilmektedir” (Ahmet Gökbel, İnanç Tarihi Açısından Sivas, Kitabevi, İstanbul, 2004, s.22).

Adrien Dupre (Adrien Dupre, 1807 yılında Sivas’a gelmiştir) ve Eugene Bore (Eugene Bore, 1838 yılında Sivas’ı ziyaret etmiştir) Seyahatnamelerinde, Sivas’ın eski adının “Cabira (Kabira) ” olduğu iddia edilmektedir:

“Sivas, Kapadokya’nın Sebaste’dır. Eski ismi “Cabira” (Kabira) olan bu şehir, bir platonun üzerine kuruludur” (Adnan Mahiroğulları, Seyyahların Gözüyle Sivas,  Esform Ofset Yayımcılık, Sivas, 2016, s.49).

“Strabon’a göre Pompee, Büyük Mitridate’ın hazinelerini sakladığı şehrin “Cabira” olan ismini, daha sonra Sebaste olarak değiştirdi.” (Adnan Mahiroğulları, Seyyahların Gözüyle Sivas, s.75).

“Sivas’ın tarihteki adları konusunda bugüne kadar epeyce yazılıp çizilmiştir. Ne var ki, günümüze kadar yazılanların çoğunda Sivas’a atfedilen adlarda tam bir mutabakat olmadığı görülmektedir. Bazı eserlerde, şehrin eski isimleri ile ilgili sadece “Cabira, Diopolis, Sebastia” gibi adlar yer alırken, bazılarında bunlara ilave olarak “ Megalopolis, Sipas, Karana, Talaura” gibi farklı isimlerle de karşılaşılmakta; hatta bazılarında da Cabira’nın Sivas'la ilgisinin olmadığı belirtilmektedir. 

Sivas’ın tarihteki adlarıyla ilgili doğru sonuca varabilmek için öncelikle birinci el kaynaklara başvurma ihtiyacı duyduk. Bu bağlamda, iki “birinci el” kaynağı baz aldık: Bunlar; Strabon’un “Coğrafya” ve Pliny’nin “Tabiat Tarihi” adlı eseridir.

M.Ö.65-M.S.23 yılları arasında Amasya’da yaşayan ünlü coğrafyacı Strabon’un ‘Geographika (Coğrafya)’ adlı eserinde, bazı yazarların Sivas'a atfettikleri “Cabeira” (Kabira) isminden bahsedilmiştir:

‘Cabeira, Magnapolis'ten aşağı yukarı yüz elli stadıa güneyde, Paryada dağlarının eteklerinde kurulmuştur. Amaseia da Magnapolis’ten batıya doğru aynı uzaklıktadır.’

Metindeki ifadelerden Cabeira'nın isminin Sivas’la ilgisinin olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Nitekim Cabeira’nın Kuzey Anadolu dağlarının eteğinde kurulu olduğu bilgisi, bazı yazarlarca buranın söz konusu dağların güney eteklerinde kurulu bir yerleşim birimi olan ‘Niksar’ olabileceği ihtimaline sebep olmuştur” (Adnan Mahiroğulları, “Sivas’ın Tarihteki Adları”,  Hayat Ağacı, Sivas, 2005, S. 1, s.24).

 “Şehrin adının Sebaste olarak değiştirildiği tarihte Strabon’un hayatta olması, kuskusuz Sivas’ın eski “Diapolis ve Sebaste” olduğunun güvenirliğini artıran bir unsurdur; çünkü Türklerin 1085 yılında Bizans'tan aldıkları şehrin adının “Sebaste” olduğu kesin olarak bilinmektedir” (Adnan Mahiroğulları, “Sivas’ın Tarihteki Adları”,  Hayat Ağacı Dergisi, Sivas, 2005, S. 1, s.25).

 “Diğer taraftan, Strabon’un, “Pompeus tarafından Diopolis olarak adlandırılan şehir, Pythodoris tarafından bayındır hale getirilerek ismi ‘Sebaste’ olarak değiştirilmiştir" cümlesi, Sivas'ın eski isimlerinden ikisinin "Diopolis" ve "Sebastia" olduğunu ortaya koymaktadır. Zira Kraliçe Pythodoris'in, Sivas'ın “Diopolis” olan adını "August'ün şehri" anlamına gelen "Sebastia" olarak değiştirdiği tarihlerde Strabon hayattadır. Bu tarih, Roma Kralı Octavıanus'a "Augustus" adının verildiği M.Ö. 27'den sonraki bir tarih olmalıdır. Şehrin adının Sebaste olarak değiştirildiği tarihte Strabon’un hayatta olması, kuşkusuz Sivas’ın eski Diopolis ve Sebaste olduğunun güvenirliğini artıran bir unsurdur; çünkü Türkler’in 1085'te Bizans’tan aldıkları şehrin adının “Sebaste” olduğu kesindir” (Adnan Mahiroğulları, “Bozkırdaki Çekirdek” Sivas, s. 20).

“Şehre “Tanrı Şehri” anlamına gelen “Diopolis” adının M.Ö. 65 yılında verilmesi muhtemeldir. Zira, Pompeus M.Ö. 66'da Anadolu'ya geçmiş ve Pontus Kralı Mithridate’ı M.Ö 65'te Sivas yakınlarında (Suşehri civarında) yenmiştir. Pompeus’un bu şehre Tanrı şehri adını vermesi, muhtemelen, şehirde bulunan Tanrı Lunus adına yaptırılmış ünlü “Lunus” ve “Mon-Phamac” tapınaklarının varlığı nedeniyledir. 

Sivas’a atfedilen “Sebastia” ismi ise, eski Yunanca’da “Augustus’un şehri” anlamına gelmektedir. Bu isim, M.Ö. 30'da Mısır’da Antonius’u yendikten sonra Dünyanın en güçlü imparatoru olan Augustus’a saygı gösterisi olsun diye Pontus Kraliçesi Pythodoris tarafından verilmiştir” (Adnan Mahiroğulları, “Bozkırdaki Çekirdek” Sivas, s. 20-21).

 “Sivas’ın eski adlarından biri olan "Sebastia"nın geçtiği bir başka yazılı kaynak, M.Ö 23- M.S. 79 yıllan arasında Roma’da yaşamış olan Pliny’nin “Histoire Naturelle” (Tabiat Tarihi) adh eseridir. Latince kaleme alınmış "Histoire Naturelle"in VI. kitabında, Antik döneminde Anadolu coğrafyasında bulunan dağlar, nehirler, bölgeler ve bu bölgelerdeki şehirlerin isimleri yer almıştır.

(…)

Yukarıdaki metinde, “Sebastia” adıyla birlikte “Sebastopolis“ isminin de yer aldığı görülmektedir. Buradaki "Sebastopolis", Antik dönemde Tokat’ın bugünkü Sulusaray ilçesi yakınında kurulmuş Roma şehridir. Dolayısıyla Sebastopolis’in Sivas’la bir alâkası yoktur” (Adnan Mahiroğulları, “Bozkırdaki Çekirdek” Sivas, s. 21).

“Sivas, Roma İmparatorluğu’nun M.S. 395’te ikiye ayrılmasıyla Doğu Roma (Bizans) sınırları içinde kalmıştır. Bizans toprakları VIII. yüzyılda düzenlenen idari yapılanmayla “tema”lara ayrılmış ve Sivas, “Sebasteia” adıyla tema merkezi olmuştur.(…) 

Bizans döneminde “sebast” şeklinde telaffuz edilen şehrin adı, yöreye XI. yüzyılın başlarında Ermeniler’in ve aynı yüzyılın ortalarında da Türkler’in gelmesiyle zamanla kısmi değişikliğe uğramıştır. Sebast isminin Ermenice fonetik kurallarına göre önce “Sevasd”, daha sonra “Sevast” şeklinde telaffuz edildiği belirtilmiştir. (…) Sibas, Sivas şeklini almış ya da, Türkistan’da halen mevcut olan “Sevas/Sivaz” adının doğrudan etkisi olmuş olabilir” (Adnan Mahiroğulları, “Bozkırdaki Çekirdek” Sivas, s. 21-22).

 “Sivas’a atfedilen diğer isimlere gelince; “Megalopolis” ismi, Strabon’un eserinde yer alsa da, Antik dönemde Amasya yakınlarında Yeşilırmak’ın üzerinde kurulu Magnapolis'in diğer adıdır; Sivas’la alakası yoktur. Strabon’un eserinde yer alan harita incelenirse, Carana (Karana) isminin de, Sivas’a ait olmadığı anlaşılacaktır; bu adı taşıyan şehir, Zile’nin güneyinde kurulu bir şehirdir” (Adnan Mahiroğulları, “Bozkırdaki Çekirdek” Sivas, s. 22).

“Strabon’un eserinin sonunda yer alan harita incelenirse, Carana (Karana) İsminin de, Sivas’a ait olmadığı anlaşılacaktır; bu adı taşıyan şehir, Zile’nin güneyinde ve yakın mesafede kurulu bir şehirdir” (Adnan Mahiroğulları, “Sivas’ın Tarihteki Adları”,  Hayat Ağacı Dergisi,  S. 1, s.26).

“Sivas adı üstüne yaygın bir efsane vardır: Vaktiyle bu güzel kentin kurulduğu yerde, Sipas suyu denilen bir pınarın üç göz oluktan gürül gürül aktığını söylerler. Efsaneye göre bu erenler pınarının yanına kim uğrarsa üç oluktan ayrı ayrı kana kana su içmesi gerekirdi. 

İlkin Tanrı ya şükran, ikincisi ana babaya minnet, üçüncüsü de küçüklere şefkat duygusunu ifade ederdi. Sipas suyunun başında gelen, giden bol bol dua ederdi, sonra Sipas bu yurda kurulan kentin de adı oldu. Ama Adem oğlunun iğri büğrü yollara saptığını görünce kurudu gitti. Geriye Sivas olan adı yâdigar kaldı.

Bu sanıka oldukça güzeldir. Fakat Farsça’ya özenilerek yakıştırılan, şehrin adı biraz da hayal görüntüsü ile belirtilmiştir.

Buna göre Sivas kelimesinin ilk hecesi zamanında (Si) değil (Se) olmalı ki Farsça üç anlamı çıksın fakat ikincisi hecesi olan (Pas) ne demek burası bilinmiyor. Eğer (SeAb) olsaydı üç su olurdu. Gerçi Fars dilinde Sipas sözü vardır. Anlamı da şükr etme, dua etmektir. (Mustafa Nihât Özön Osmanlıca- Türkçe sözlük)” (Kerim Yund, Sivas Adı ve ötesi (III.), Sivas Folklorü, s.12, Sivas, 1974, s.3-5).

 “Yine diğer bir görüş de, bugün 'Sivas' olarak kullanılan ismin 'Sipas'tan geldiğidir. Şehrin ilk kurulduğu dönemlerde, bugünkü şehrin merkezinin bulunduğu yerde büyük çınar ağaçlarının altında üç adet su gözesi (Kaynağı) bulunmaktadır. Bu gözelerden bir tanesi 'Allah'a Şükür'ü İkincisi 'ana ve babaya saygı'yı, üçüncüsü de 'Küçüklere sevgi'yi temsil eder. Bu bölgede yaşayan insanlar, zamanla bu özelliklerini koruyamayıp yitirince, bu üç göze de kurur. Şehrin isminin de 'üç göze' anlamına gelen 'Sipas'tan kaynaklandığı ve zamanla bugün kullandığımız 'Sivas'a dönüştüğü ileri sürülmektedir.

Birinci el hiç bir yazılı kaynakta “Sipas” ismiyle karşılaşmadığımızı belirtmeliyiz. Talaura ise, Hamilton’un da yazdığı gibi Tokat-Zile arasında antik “Comana” (Gümenek) şehri yakınındaki bir bölgenin adıdır” (Adnan Mahiroğulları, “Sivas’ın Tarihteki Adları”,  Hayat Ağacı Dergisi, S. 1, s.26).

“Hüseyin Hüsameddin, Sivas isminin Sebasit'ten geldiği iddia etmektedir. Sebasitlerin Turani kavimlerden büyük bir oymak olduğunu söylemekte, bu konuya şu şekilde bir izah getirmektedir. Sebasist ve Sevasit kelimeleri “Savas- Sevas” gibi kelimelerle aynıdır. Bunlar da Hıta dilinde Sivisli yani Sevimli, Sevgili anlamına gelir, ayrıca Sevasitler; bu günkü Sivas şehrini meydana getiren burada yerleşen ve bu şehri imar eden “Sivasit” halk topluluğudur. Yunanlılar tarafından (Sebasit, Sebaset) diye söylenmiş olsa bile burası Sivas olarak halk diline yerleşmiş ve Sivas bu şekli ile şöhret olmuştur. Başka bir değerlendirmede de “Sivas şehrini Saves bin Batur bin Yonat ibn Tarsus bina etmiştir” denilmektedir. Hüseyin Hüsamettin, yukarıda bahsetmiş olduğumuz kelimelerin yapı ve anlam itibarı ile hepsinin Turani olduğunu söyler. Ona göre bu kelimeler “Saves Bin Betur Bin Yonat Bin Tiras”dır. Bunlardan Batur, cesur ve kahraman, Yonat ise yüğrük at manalarına gelmektedir. Saves ve Tiras adları da Turani’dir. 

 (…)

Batılı seyyah Hans Dernschwam da Sivas ismini şu şekilde anlatmaktadır; 2 Nisan’da kıyısında konakladığımız ırmağın adı Kızılırmak ve bu ırmağa yakın bir yerde kurulan şehre “Zuas”(Sivas) denmektedir. 

(…)

Bu gibi şehirlerde her ne kadar eski ismi terk edilse bile isminin varlığı devam etmekte ve şehrin mevki değişmektedir” (Sıddık Ünalan, Anadolu Şehirlerine Verilen İsimler ve Sivas Örneği, Dini Araştırmalar, C. 10, S.30, Ankara, 2007,  s. 248-251).

“Sivas Roma İmparatorluk Döneminin başlarında Sebasteia adıyla anılmaktaydı. VI. Mithradates, Sebasteia'nın ismini Megalopolis olarak değiştirerek kentin sınırlarını Kulupene (Armenia Minör sınırında yer alan bir Kappadokia yöresidir) ve Kamisenes Pontus Kappadokia’sı ile Kappadokia Maior arasında, içinde Halys Innağı'nın kaynakları bulunan topraklardır) yöreleriyle birleştirdi. Kaberia sonradan Pompeius tarafından bir kent haline getirilmiş ve Diospolis olarak adlandırılmıştır. I. Polemon'un eşi Pythodoris, o zamanki adı Diospolis olan Sivas şehrini onararak, yeniden kurmuştur. Burayı bayındırlaştırarak ismini Sebaste olarak değiştirmiştir.

Dios, Zeus (Tanrı) demek, polis ise şehir demektir. Dolayısıyla Tanrı Zeus'un şehri anlamına gelmektedir. Yapılan araştırmalarda Diospolis kenti Karadeniz kıyısında Kefken Adası ile Sakarya ağzı arasında bulunan bugünkü Akçakoca olduğu ortaya çıkmıştır.

Pythodoris, Augustus’un sevgisini kazanmak için, Augustus'a bağlılık nişanesi olarak "Sebasteia” adını vermiştir. Sebasteia ismi, Yunancada saygıdeğer, yüce anlamına gelmektedir. Lâtince'deki Augustus/Augusta'nın tam karşılığı olarak kullanılır.

Bazı kaynaklarda, "Sivas" adının Hititlerin bir kolu olan "Sibasip” kavminin adından geldiği bahsedilmektedir. Sivas hakkındaki söylentilere göre ise "Sivas” ismi "Sipas”tan gelmiştir. Şehrin ilk kurulduğu dönemlerde, bugünkü şehir merkezinin bulunduğu yerde büyük çınar ağaçlarının altında üç adet su kaynağı varmış. Bu kaynaklardan bir tanesi 'Allah'a şükrü”, biri "ana-babaya saygıyı” ve diğeri ise "küçüklere sevgiyi” temsil etmekteymiş, bu bölgede yaşayan insanlar, zamanla bu özelliklerini koruyamayıp yitirince, bu üç su kaynağı da kurumuş ve halk fakirliğe düşmüştür. Şehrin ismine de bu üç su kaynağından dolayı "üç göz" anlamına gelen "Sipas" denmiştir. "Sipas” kelimesi zamanla bugün kullandığımız "Sivas”a dönüşmüştür.

Sivas adı, Talaura ve Taulara adlarıyla da anılmıştır. Talaura va da Taulara olarak adlandırılan antik yerleşimin lokalizasyonu kesin olarak yapılamamaktadır. Bazı bilim adamları tarafında Sivas yakınlarında bir yerde olduğu iddia edilmektedir. Bununla birlikte Talaura'nın Sivas yakınlarında olamayacağına dair görüş ayrılıkları vardır. Antik yazarlardan Plutarch ve Dio Cassius Talaura hakkında bilgiler vermişlerdir.  Fakat elimizde yeterince bilgiler yoktur. 

Selçuklular zamanında ise, Sivas şehri "Yücelik Beldesi” olarak anılmıştır”( Mehmet Konargöçer, Prehistorik Devirlerden Eskiçağ’ın Sonuna kadar Sivas, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, C.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sivas, 2017, s.15-16).

 “Bazı İslam kaynaklarında; örneğin Yakut al-Hamavni’nin “Mucemü’l-Buldan” adlı eserinde Sivas’ın Selçuklular dönemi öncesi ismi için “Sebastiya” kullanılmıştır. Battalname’yi esas alan bazı eserler de ise, mamur şehir anlamında Sivas için “Mamuriye” adı kullanılmıştır.

Sivas, Osmanlı topraklarına katıldıktan sonra, bir süre “Eyalet-i Rumiye-i Suğra” adıyla anılmışsa da, bu isim, idari taksimatta eyaleti oluşturan Amasya, Tokat ve Sivas topraklarının tümüne verilen addır; dolayısıyla merkez sancağın adı yine Sivas' tır.

(…) Birinci el kaynaklardan edindiğimiz bilgiler çerçevesinde Sivas'ın Türklerin eline geçmeden önceki eski isimlerinin Diopolis ve Sebaste olduğu kanaatine vardık. Dolayısıyla, Sivas’ın Diopolis’ten önceki isimleri hakkında kesin bir bilgiye ulaşamadık” (Adnan Mahiroğulları, “Sivas’ın Tarihteki Adları”,  Hayat Ağacı Dergisi, S. 1, s.26-27).

“Öyle anlaşılıyor ki, köy ve kasaba isimleri umumiyetle Türkçe olmasına rağmen, Anadolu şehirlerinin birçoğu eski isimlerini muhafaza etmişlerdir. Ancak bu isimler Sebastia-Sivas, Caseria-Kayseri, İkonium-Konya, Brusse-Bursa, Belea-Caesaria-Balıkesir, Smirna-İzmir misallerinde olduğu gibi Türk ağzına ve deyişine uydurulmuştur. Türkler bu şehirleri aldıkları zaman azalmış da olsa içlerinde eski ahalisinin mevcudiyeti hasebiyle adı geçen şehirlere yeni bir ad vermek yoluna gitmemişlerdir” (Ahmet Gökbel, İnanç Tarihi Açısından Sivas, s.22-23).