Kar çiçekleri boy atıp, çiğdemler Kulmaç Dağlarının ve Karatonus Dağının eteklerini bürüdüğünde, söküm suları da yürümeye başlardı. Aralık ayından Mart ayına kadar içerde beslenen koyun sürüleri yaylıma çıkar; karı erimiş tepeleri, koyakları kaplardı. Bir yanda kelek sesleri, diğer yanda çobanların sedası sarardı her yanı. Sevinçli yaylaklar, çileli kışlaklar cıvıl cıvıl olurdu.
Koyun sürülerinin kuzuladığı bu aylarda, toprak uyanır; her taraf yeşile boyanırdı. Çobanlar her gün yeni doğan 15-20 kuzuyla gelirdi yaylımdan.
Büyük Tonus’tan(Altınyayla), Mezarlı Gediğe kadar kıvrıla kıvrıla çıkan yol topraktı ama, bahar aylarında etrafı envai çeşit çiçeklerle doluydu. Yol boyunca kekik kokuları, keklik sesleri kaplardı her yanı. Hele İbicek Mezrasında deve tabanı çiçekleri mis gibi kokar; Kulmaç Dağlarının temiz havası ciğerleri sarardı. Oldukça dik ve dar bir yol olan bu mesafeye Halep Yolu derlerdi. Uzun yıllar önce kervanlar bu yoldan gidermiş. Buradan kağnı, atarabası gibi yüklü araçların çıkması oldukça zordu. Hele tuz kamyonları 1800 mt rakımlı Mezarlı Gediğe çıkana kadar olmadık eziyetler çekilirdi.
1970 Li yıllara kadar insanımız pek gurbet bilmez; geçimini tarım ve hayvan yetiştirerek sağlardı. Küçükbaş hayvanların yanında hemen her evde büyükbaş hayvan da yetiştirilirdi. O yıllarda tarım tamamen hayvan gücüne dayanıyordu. Koşum hayvanı olarak bazı evlerde öküz, bazılarında da camız ve at beslenirdi. Bunların hepsini besleyen evler de vardı. Arazinin çokluğu koşum hayvanlarının ve araçlarının sayısını belirlerdi. Yani her şey evin ihtiyacına göre idi. ( İnek, dana, buzağı, eşek, kaz, tavuk)
O dönem köyün hane sayısına göre 5 sürü, 10 sürü, her sürüde de 500 - 700 civarında koyun keçi olurdu. Bazı sürüler 8-10 evin koyunlarından oluşurdu. Her evin bir ( EN’i ) vardı. En’ler; hayvanların kulakları delinerek veya dilinerek yapılırdı. Sürünün içinden her ev en’ine göre hayvanını tanırdı.
Evin ve hayvanların yıllık tuz ihtiyaçları çok önemliydi. Bu da yılda bir kez görülürdü. Köylere tuz dağıtımı tuz ocaklarından yapılırdı. Devlet o yıllarda Sivas Merkeze yakın olan “ Fadlım “ tuzlasından karşılardı halkın tuzunu.
Evdeki Horanta ve hayvan sayısı, tüketilecek tuz miktarını belirlerdi. Şimdiki gibi her yerden tuz alınmaz; alınsa bile köye götürmek mesele idi.
Tuza; harman hasat işi bitince gidilirdi. Köyün muhtarı ev ev gezerek ihtiyaçları listelerdi. Tuz miktarı evin Horanta ve beslenen hayvan sayısına göre belirlenirdi. Arazisi çok olan evlerin hayvan sayısıda çok olurdu. Bu evler 1. Ev, daha az olanlara 2. Ev, daha da az hayvanı olan veya hayvanları olmayan evler de 3. Ev diye yazılır; tuz miktarını ona göre ayarlarlardı.
En çok 1. Evler alırdı. Köyün bekçi ve imam hak’ları da bu listeye göre toplanırdı. Hak’ların çoğu birinci evler verirdi. Köyde birinci ev listesinde olmak “ rütbe “ gibiydi. O listeye girmek için köyün zenginlerinden olmak gerekirdi.
Köyde ihtiyaçlar listelendikten sonra muhtar gün almaya giderdi. Öyle her köy rastgele tuz almaya gidemezdi. Tuz ocağı tarafından köylere tahsisat günü verilir; ancak o gün alınabilirdi.
Tuza gidilecek gün belli olduktan sonra kamyon tutulur; muhtarla birlikte beş on köylüde beraber giderdi. Veya sadece muhtar gider hepsini alıp kamyonla getirerek; uygun bir yere boşaltıp, dağıtıma başlardı.
Gelen tuzlar; ya “ Batman “ hesabı veya “ Yarımla “, “ Çinik “ gibi ölçülerle listeye göre dağıtılırdı. Tartılarda eski tip kantarlar kullanılır; evlerin yemekte kullanacakları tuzlar “ Seklem Çuvallarında “ getirilirdi.
Tuza gidilecek gün sabah namazından sonra yola çıkılırdı. Dağınardı Köyleri Kızılhüyük- Taşlıhüyük- Harmandalı- Kürkçüyurt- Mutubey- Şekerpınar’ı Mezrası genelde eski Halep Yolu’nu kullanırlardı. Havuz Köyü güzergahından Sivas - Malatya yoluna çıkar; Yağdonduran Geçidi’nden sonra Gardaşlar’dan “Fadlım” tuzlasına varırlardı. Boş kamyonla gitmek iyiydi de, gelirken çok yüklü olduğu için bir hayli zahmetli olurdu. Gardaşlar yokuşu, Yağdonduran yokuşu, Aşılı Pınar yokuşu, Fakılı yokuşu olmadık eziyetler çektirirdi. Hele hava yağışlı olunca Kürkçüyurt Köyüne gelmeden Çaylak Pınarında kamyon çamura batar; kazma, kürek ve urganlarla çıkarılırdı.
Bazen de bu köyler; Mezarlı Gedik ve Çaputlu Çalı yokuşlarını kullanarak Altınyayla güzergahından getirirlerdi. Bu yokuşlar da toprak yol olduğundan aman vermez, olmadık zahmetleri çektirirdi.
Kışın bu yoldan gidip gelmek yürek isterdi, tipiden, yol görünmezdi. Burada hayatını kaybedenlerin hikayesi anlatılır halen. Üstüne Ağıtlar yakılan nice koç yiğitler, sürmeli gelinler canlarını kaybetmişler bu yolda. Baharı bir başka olur da bu yaylaların, Sonbaharda dağlar bozarır, otlar kurur, toz bulutu kaplar her yanı.
Oldukça dik ve dar bir yol olan bu mesafeye Halep Yolu derlerdi. Kağnı ve at arabalarının teker izlerinden yolun ortası tarla tumpları gibi tümsek olurdu. Uzun yıllar önce kervanlar bu yoldan gidermiş. Buradan kağnı, atarabası gibi yüklü araçların çıkması oldukça zordu. Hele tuz kamyonları, yüklü kamyonlar Mezarlı Gediğe çıkana kadar olmadık eziyetler çekilirdi.
Tahyurt ve Bayındır Köyleri de Altınyayla güzergahından gider gelirlerdi. Dönüşte Güzeloğlan Köyünden sonraki “ Ağkayanın yokuşunda “ çileden çıkarırdı kaptanları.
Tonus Ovası çevre köyleri tuz getirmek için iki güzergah kullanırlardı. Ya Deliilyas, Kantarız, Ulaş güzergahını, ya da Şahlı, Karaboğaz, Hanlı güzergahını. Her iki güzergah da sıkıntılı ve toprak yollardı. Yağışlı havalarda çamurdan, sıcak havalarda da tozdan bıktırırdı.
Tuzlaya giderken muhtarlar oradaki görevlilere hediyeler de götürürlerdi. Her köy sırasıyla tuzunu alırdı. Bazı kamyonlar iki veya üç köyün tuzunu birlikte getirirdi. Fadlım Tuzlasından yükünü alan kamyonlar Sivas’a da uğrar; köylüler alış veriş yaparlardı.
Eğer dedeleri, babaları tuz getirmeye gitmişlerse; çocuklarda heyecanla onları beklerdi köyün girişinde. O tozlu yollarda ellerindeki kendi yaptıkları oyuncaklarla hem oynar; hem de heyecanla tuz kamyonlarını gözlerlerdi. Çünkü biliyorlardı ki gelenler boş gelmezlerdi. Kendilerine tahta şekerler, meyveler, pabuçlar, asbaplar geliyor demekti. Uzaktan bir toz bulutu kalkıp da motor sesi duyunca, sevinçten bir o yana, bir bu yana koşar dururlardı. Bazı yıllar çocukları da beraber götüren olurdu. Hem giderken hem gelirken kamyonun kasasında yolculuk yapılırdı. Görmedikleri yerleri görür; bilmedikleri yerlere gider; ayrı bir neşe dolardı gönülleri. O güne kadar köylerinden başka bir yer görmediklerinden, sanki bir ülkeye gitmiş gibi haz alırlardı.
Ah çocukluk ah...
1950 Li yıllardan önce kağnı ve atarabaları ile günlerce yolculuk yapılarak getirilen tuzlar, sonraki dönemde kamyonlarla getirilmeye başladı. Köylerde kamyon alanlar da çoğalmıştı.
Altınyayla’dan( Büyük Tonus) Ahmet Dabak( İbiş Ahmet),
Deliilyas’tan; Salih Akbulut( Tekkeşinin Ağa), İbrahim Akbulut(Höbez), Avni Akbulut,
Paşa Köy’den; Tevfik Yılmaz( Efendi),
Kale Köy’den; Kuzubey Doğan, Rüstem Öcalan, Cemal Keskin,
Şahlı Köyü’den; Halil Doğan, Adil Koçyiğit, Ali Taştan( Ali Çavuş) .....
Harmandalı Köyü’nden; Hacı Abdullah,
Mezere Köyü’nden(Başyayla); Halil Öztürk (Halil Efendi), Mehmet Coşkun
( Sofu Mehmet)
Güzeloğlan Köyü’den; Esogilin Süleyman,
İsimleri zikredilen ve adı sanı unutulmuş daha niceleri, Anadolu’nun karlı, çamurlu, tozlu yollarında, güz mevsiminde köylere tuz getirir; diğer zamanlarda da bırandalı kasalarda yolcu taşırlardı. 1965 yılında Deliilyas Belediye olunca, Şeyh İsmail Hakkı Akbulut Başkan bir Cemse alarak yolcuları taşımaya başlamıştı. Yolcularla birlikte Bekçi Kadir Zor sorumlu olarak giderdi.
Bazı yıllarda da Sivas’tan Sarı Selahattin ve Memmedikli namı diğer Revo Ali’nin kamyonları Küpeli, Kötüköy, Patırın Köyü, Acıyurt, Kurtoğlu köyleri ve Tonus Ovasının bazı köylerine tuz taşırlardı.
İlk gelen Kamyonlar aküsüzdü. Kolla çevrilerek çalıştırılıyordu.
Daha sonraki yıllarda bazıları kamyonlarını satarak otobüs alıp yolcu taşımaya başladılar. Kürkçüyurt Köyü’nden Şıh Kadir Erdoğan’ın “ Mavi Kuş” diye anılan otobüsü halen anlatılır.
Kamyonların şoför Mahalline oturmak ayrıcalıktı. Oraya herkes oturamazdı. Ancak üç kişinin hakkı sabitti. Köyün Muhtarı, Öğretmeni ve İmamı. Bu mesleklere ayrı bir saygı gösterilirdi.
Bu kamyonlar çok çeyiz taşıdılar. Kınacı, düğüncü götürüp getirdiler. Çok düğün kayıtı gördüler. Bu gün yaşadığımız ailelerimizin çok yükünü omuzladılar. Zaman zaman kaza yaptılar, başlarından olmadık olaylar geçti. Mahkemelik oldular, karakollarda kaldılar. Yeri geldi mazot parası bulamadılar.
1954 yılında Kürkçüyurt Köyü Muhtarı Fevzi Atalay kamyonla tuz getirmeye giderken, Gardaşlar Yokuşu’nda, kaza yapmaları sonucu orada vefat eder. Üzerine ağıt yakılır. Ağıdı yakan; Harmandalı Köyünden namıdiğer Kartal’ın Kızı ve muhtar Fevzinin eşi Nafiye Atalay’dır.
Aşamnayın gün aşarken....
Geldi bir gannı sediye...
Eşim bana dayanamaz...
Çiçekten almış hediye....
Cenderme iskemi attı....
Mıhdarın garısı deyi....
Gahrinen ireyi verdim...
Sizlere darısı deyi....
Gahdım da ocağı yahdım...
Guydum gayfenin suyunu...
Gamıyona binerkene....
Bir çala gördüm boyunu...
Kim bilir; hangi yörelerde daha kaç kaptanın, kaç yolcunun üzerine Ağıtlar yakılmıştır. O arslan bilekli yiğitler; köylüleri, akrabaları, ahbapları için; karla, yağmurla, çamurla boğuştular. Toza toprağa bulaştılar. Sıkıntılarını gizleyip; gönülleri hoş tuttular.
Kendi dert ve sıkıntılarını unutup; yük taşıdılar, yolcu taşıdılar. Bazen taksitlerini ödeyemediler; ama halkın gözünde hep çok kazanan oldular.
Onlara çok şey borçluyuz. Soframızın tadını getiren, babalarımızın ve dedelerimizin yükünü taşıyan bu yiğitlerden Allahım razı olsun. Hepsini minnetle yad ediyorum.
Şu an aramızda yaşayanlara Allah’tan sağlıklı ömürler; ahirete intikal etmiş olanlara da rahmetler diliyorum. Allahım hepinizden razı olsun koç yiğitler. Sizler gittiniz soframızın tuzu değişti.
Saygılarımla....
Bekir Güzeldağ.