ROMA İmparatoru Marcus Aurelius´un"Hayatımız, düşüncelerimizin eseridir" sözü ile yazıyı temellendirmek galiba en doğrusu.Filozof Marcus Aurelius´u belki de, kendi gerçeği ile ülkesinin gerçeğini bütünlemede gösterdiği başarıdan dolayı en iyi yöneticiler arasında sayabiliriz.
İhtişamlı imparatoru, yenilmez kılan ve başarılarının yegane unsurunu, güçlü bir orduyla anlatmak, sanırım insafsızlık olur. Hatta, onun bilgeliğine de gölge düşürür. Çağının tanığı olan bir devlet adamını filozof kılan ana kaynak, düşünceler silsilesi etrafında kurduğu, gerçek yaşamlar birliğidir aslında.
***
Sevgili okurlar, "Ülkeleri liderler kurar yönetir, lakin orda yeni bir dünya kurmak sanatçılara, aydınlara, yazarlara düşer."
Bu minvalde bir İMPARATORLUK gerçeğini hayata geçiren Marcus Aurelius´un, SENATO´nun yetkilerini direkt halktan almalarını sağlamanın yanı sıra, ülkesinin dört bir yanından getirerek oluşturduğu" bilgeler meclisinin" de başarısında büyük payı vardır.
Kudretli imparatoru, onca zaferlerine rağmen, halk adına denetleyen senatonun,ağırlığının siyasetçilerden ziyade aydınlardan oluşması, belki de bugün dahi konuşmamıza ve düşüncelerimize kapı aralamaktadır...
Düşünürlerin, yazarların, kanaat insanlarının, sanatçıların bir devlet adamını besleyen, büyüten irfani akışına, ustaca devlet rengini katan Büyük İMPARATOR, öte yüzyıllarda onu karşılayan bizlere de örnek oluşturmaktadır...
Öyleya, mutluluğun sırrını doğayla bütünlenmekte bulan Filozof İmparator, kuru bir devlet adamı yerine, medeniyet rengini ülkesine yayan bir anlamla çağlar ötesine yol almıştır.
***
Belki de kadim medeniyetler, gerek Doğu da olsun gerek Batı da olsun, aynı damar üzerinde ortak kaygılarla öne çıkmışlardır. Bir varoluş mantığı rüknü olan teslimiyet bilgeliği, bağnazlığa sapmadan, sığ açmazları da bertaraf ederek kendi yolunu açmıştır.
Hatta Doğudan yükselen o ruhu, içselleştirmede bizden iyi gayret gösteren Batı, gelişim evrelerini bir bir kat ederken, kaynağın farkında olmayanların ise tekrara düşe düşe, kendini yenileme evresinin kıyısına bile yaklaşamamaları sizce de düşündürücü değil mi?..
***
Tarih süzgeci bize nice kırıntılar aktarırken, bu kırıntıları yeniden inşa etme uğraşını da müntesiplerine bir görev olarak vermektedir.
Huzuru ve mutluluğu toplumlar üzerinde inşa etme uğraşı veren aydınlar, düşünürler ve yazarlar, bedelleri ödenen ve ödetilen bir düşünce özgürlüğünün de meftunudurlar. Düşünmenin ve üretmenin, geniş kitlelerce çoğu zaman önemi olmasa da, Doğu toplumlarında ödetilmesi gereken bedelleri ise epeyce de fazladır...
Oysa düşüncenin özgür olmadığı, hayalin ve idealin özgür düşünce ile şerbetlenmediği zamanlarda, iç huzurunu sağlamış ideal bir toplumdan bahsedilebilir mi? Ya da makes bulmayan özgürlük ve özgünlük,içinde bulunduğu toplumun kabına sığabilir mi?
Sanatın, düşüncenin ve yazının, karşılık bulduğu toplumlar,geleceğe yönelik adımları genişleterek atarlarken, bu ırmaktan beslenmeyen nice halklar ise, karanlık bir kuyuda ellerindeki meşaleyi dahi yakmaktan aciz bir şekilde başkaca ışığı arayıp dururlar...