Geçen yıl bu vakitler aşı çıksa da kurtulsak havasındayken bugün aşı karşıtlığı tavan yapmış durumda. Burada fazla bir tuhaflık yok aslında, çünkü aşılara karşı antipati- önyargı çok eski bir konu ve dünyanın hemen her yerinde aşı ile ilgili öne çıkan ilk temel itiraz ‘kısırlaştırma’ ile ilgili. Bu endişenin tarihsel olarak yersiz olduğu iddiasında değilim. 2. Dünya savaşı sonrası demokratik dediğimiz pek çok ülkede Nazi ideolojisine uygun gizli programların yürütüldüğü -1950-70 arası dönemde- sağlık için diyerek alt etnik grupların, romanların ve engelli vatandaşların aşılama vb. bahaneler ile kısırlaştırılmaya çalışıldığı ile ilgili pek çok belge sonradan ortaya çıktı.
Maalesef Fransız İhtilalinin bize miras bıraktığı en kötü miraslardan birisi ırkçılık-milliyetçilik. Bizdeki ısrarlı iyi milliyetçilik takdimleri de son tahlilde Batı’daki muadillerinden çok farklı olmadığını pek çok vesile ile gördük ve görüyoruz. Sizin iyi niyetli milliyetçiliğiniz, sahada birilerince canavarlaştırılabiliyor.
Bir göçmen ya da alt etnik kimlik mensubunun işlediği tecavüz suçu tüm grup üyelerine yıkılarak hepsinin kovulması istenebiliyor. Halbuki, 2015 yılında hapishanelerimizde tecavüzden mahkûm bu topraklarda türemiş 12 binden fazla insan müsveddesi vardı.
Ülkemizdeki suç oranlarının dağılımı ile ilgili pek çok bilgiyi isteyenler Hz. Google sorarak öğrenebilir, suçun kaynağının mülteciler olmağı da!.. Maalesef onca yapılan yeni hapishaneye rağmen hapishanelerimiz tıka basa dolu…
***
Neyse biz aşıya dönelim. Aşı çıksa da kurtulsaktan “bizi kısırlaştıracaklar” tiradına çok çabuk geçtik. Bu tür endişeler olabilir bunu da yukarıda dediğim gibi çok görmüyorum ama ben asıl ‘aşı bulunsun artık’ diye feveran ederken ‘haydi aşıya’ denilince ‘yok ben almayayım!’ diyenlere şaşıyorum.
Aşı karşıtlığının kökleri çok eskilere dayandığı için, kendi hayatımdan bir parantezle konuya yaklaşmak istiyorum.
Anadolu’da Başkente öyle aman aman uzak olmayan -topu topu kuş uçuşu 176 km ötede- bir köyde dünyaya geldim. Köyüme okul 1970’de, elektrik ve ilk traktör yanılmıyorsam 1982’de geldi. Yol olmadığı için ulaşım ancak ciplerle yapılabilirmiş belki bu nedenle çocukluğumun en güzel hatırasıdır kağnı ile sap taşınması!..
Türkiye’de çocuk ölümlerinin sıradan bir vaka sayıldığı 70’li yılların ilk yarısında doğdum. Devlet aşılama gayreti içinde ama Zeki-Metin’in o muhteşem skecinde olduğu gibi millet çocuğu yerine aşıyı kendisine yaptıracak kadar aşı karşıtı.
Benden önce ve benden sonra iki kardeşim daha yaşlarını dolduramadan salgın hastalık nedeniyle hayatlarını kaybetmişler. Ataerkil aile düzeninde kaynana-kayınbabaların sözü geçmekte. O günlerde zaman zaman sağlıkçılar yeni doğan bebekleri aşılamak için köy köy dolaşıyorlar ama aşı karşıtlığı çok yüksek olduğu için genelde bu seferler başarısız oluyor. Köyün ileri gelenleri öncü olmadıkça da insanlar genelde çocuklarını saklıyor.
Şimdi anlatacağım olayı filme çeksek muhtemelen bu kadar saçmalanmaz diye senariste kızarız.
İki yaşıma doğru gün alırken, küçük kardeşim yakın bir zamanda bir salgın sırasında geçirdiği havale sonucu vefat etmiş. Bu acının üstüne birkaç ay sonra köye aşıcılar gelir ama hiçbir anne kaynana korkusundan çocuğunu aşılamaya götüremez. Annem bir çocuğunu yeni diğerini de benden hemen önce kaybettiği için bu sefer bebeğini aşılatmak ister. Ancak, babaannem diğer tüm kaynanalar gibi kapıyı tutmuş “torunumu kısır yapacaklar” diye gelinine izin vermiyor. Toprak dambaşlarının iki göz odalarına sığınmış küçük çocuk sahibi gelinler hep birbirlerinin kapılarını gözlüyorlar ama kimsede gitmeye cesaret yok. Belki birisi yürüse hepsi yürüyecek. Annem kucağında ben, kaybettiği iki bebeğini düşünerek ağlarken “bunu da kaybedemem!” diyerek kapıyı itip çıkıyor. Babaannem arkasında bağırıyor ama o bu sefer onu dinlemiyor. Onun çıktığını gören diğer evlerden de birkaç gelin de çocuklarını o cesaretle kucaklayıp annemi takip ediyorlar.
Ortada trajikomik bir manzara var. Babaannem ve bu gelinlerin kaynanaları her biri bir dambaşına çıkmış feryat figan ağlayarak avazları çıktığı kadar bağırıyor ve gelinlerinin arkasından beddualar eşliğinde bir sürü laf sayıyorlar. Annemin ilk adımı köydeki tüm anneleri harekete geçiriyor ve köyün çocukları o gürültü, patırtı arasında aşılanıyor.
Sonuç o yıl içinde doğan bebeklerin hiç birisi salgın hastalıklar nedeniyle ölmedi. Çok şükür içlerinde kısır olanda olmadı!..
Ama köyün nüfus popülasyonu açısından bakıldığında ise ilginç bir tablo var. O aşılama yılı öncesi ve sonrası yılda dünyaya gelen çocukların neredeyse %90’ı yaşlarını bile dolduramadan dünyadan ayrıldılar. Bizse şanslı yılın çocukları olarak hayata devam ettik.
Endişelere saygı duymakla beraber körü körüne bir aşı karşıtlığının nelere mal olabileceğinin de düşünülmesinde fayda var.
ŞENOL KALUÇ/KARAR GAZETESİ