TÜRK KÜLTÜRÜNDE “KADIN” VE “ANNE”YE KISA BİR BAKIŞ
Türkler kadına şahsiyet vermiştir. Türklerin verdiği bu şahsiyetin en önemli yanı annelik vasfıdır. Türk kültüründe feleğin varlığı kadına bağlanırken, feleğin ömrü de anneye bağlanmıştır. Bu yüzden Neşet Ertaş “kadın insan, biz insan oğluyuz” demektedir.
Latincede ve Fransızcada göğüs, meme, memeli anlamına gelen kelimelerle karşılanan anne veya ana kelimesinin Türklerde tarifi de tanımı da yokluğu da oldukça zordur.
Tarih boyunca doğurganlığı ile öne çıkarılan kadın bereketin ve bolluğun sembolüdür. Ancak Türklerde diğer toplumlardan ayrı olarak kadın, tarihin kudretli zamanlarından beri daha anlamlı bir yere sahip olmuştur. Oğuz Kağan Destanında Tanrı’nın Oğuz Kağan’a bir armağanı olarak gönderilen kadın, Altay Yaradılış Destanında kişioğlunun varlığına açılan bir sebep olmuş, Hun Türklerinde “Hatun” kişinin kendine ait orduları olmuş, Göktürklerde “Umay gibi İl Bilge Hatun sayesinde Kültigin kahraman er olmuş”, Karahanlılarda Satuk Buğra Han Destanında Alanur’urun ağzına Cebrail tarafından bir ışık damlatılması sonucu Satuk Buğra ana rahmine düşmüş, Selçuklu ve Osmanlılarda vakıflar kurmuş, Babürlülerde hükümdar olmuştur. Türkler Altay dağlarının en tepe noktasına “kadın başı” diyerek kadına tarihin başladığı yerlerde yücelik vermişlerdir. Ergenekon’dan Çıkış Destanında yol gösterenin ve Türk’ü yok oluştan kurtaranın bir dişi kurt olması ise oldukça manidardır.
Kadın, Türk Altay destanlarında Ülgen’e ilham kaynağı olurken, bir yanda da kültürümüzde Umay (Huma, Hüma) adlı bir ilahî güç tarafından koruma altına alınmıştır. Sadettin Gömeç’in verdiği bilgilere göre Türklerin kutsal ağaçlarından biri olan ve Tanrı kendi haberlerini yolladığı kayın ağacı aynı zamanda bütün insanlığın atası olan kadın anayı da içerisinde saklardı. Kamların davullarında güneş, ay, yıldız, şimşek resimleri yanında kayın ağacı resmi de bulunur. Bir Sagay Kamı, davulunun üzerindeki iki kayın ağacı resmini şöyle izah ediyor: “Biz Ülgen atamızdan ilk türediğimiz zaman, Umay anamızla beraber bu iki kayın ağacı yere indi.” Kamın bu izahından anlaşıldığına göre, kayın ağacı koruyucu ve merhametli Ana Tanrı Umay ile birlikte Ülgen tarafından yere indirilmiştir. Bu aynı zaman da bize, İslamî inançtaki Adem ile Havva motifini hatırlatmaktadır.
Türkler kadına şahsiyet vermiştir. Türklerin verdiği bu şahsiyetin en önemli yanı annelik vasfıdır. Feleğin varlığı kadına bağlanırken, feleğin ömrü de anneye bağlanmıştır. Bu yüzden Neşet Ertaş “kadın insan, biz insan oğluyuz” demektedir.
Mustafa Kemal Atatürk, “Zabit Ve Kumandanla Hasbihal” adlı kitabında “Ey millet! Ey 600 senelik çarşafa bürünmüş beş bin senelik açık alınlı Türk kadını! Bugünkü subayların komutası altına verdiğin çocukların beşikteyken o beş bin yıllık gelenekleri onlara ninni olarak söyledin mi? O ninnilerle onlarda bir karakter yarattın mı” derken kadının devletin devamında ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu anlatmak istemiştir.
Karakter yaratılmayan milletler çürür, devletler yok olur. Bu hususu Tevfik Fikret, “Kızlarını okutmayan bir millet oğullarını manevi öksüzlüğe terk etmiş demektir” diyerek açıklamaktadır. Yine kadının sefil olması ile beşerin alçalacağını söylemesi de aynı minvaldedir.
Ülkücü ve gönülden inanmış bir aydın olan Diyarbakırlı Ziya Gökalp´in eşine, kızlarına ve ailesine toplam 570 mektup yazdığı bilinmektedir. Bu mektupların bugünün tüm babalarına, eşlerine ve kızlarına okutulması ve anlatılması gerektiğini düşünüyorum. Yazdığı iki mektubu aşağıda veriyorum.
Kızım Seniha,
Sevgili kızım, bu hafta da mektup alamadım. Fakat ehemmiyeti yok. Mektup almasam da almış gibiyim. Kalblerinizi bir kitaptan daha iyi okuyabilirim. Mektubunuz gecikmiş olsa da ne çıkar? Yalnız sıkıntıda olup olmadığınızı anlamak isterim. İnsaniyet artık daimi ıstıraplardan kurtulacaktır. Böyle buhranlı zamanlar büyük mefkurelerin büyüyüp yayılacağı bir zamandır, insanları kurtaracak mefkurelerdir. Mefkûre her memleketi bir cennet yapacak. Her milleti, kendi cennetinde hür ve mesut yaşayacaktır. İstikbalde artık haksızlık, adaletsizlik, hürriyetsizlik yoktur. Kin, husumet, tama´haset yoktur. Fertler birbirini sevecek, milletler birbirini sevecek, dinler birbirini sevecek, medeniyetler birbirini sevecek.
Yeni hayatta her fert, her millet tabiatın gizli hazinelerini sây anahtarıyla açarak oradan geçinecek; ovalarımız, derelerimiz, tepelerimiz şimdiki gibi boş kalmayacak; tepeler ormanlara, dereler yemiş ağaçlarına, ovalar yeşil ekinlere bürünecek; her tarafta fabrikaların, maden ocaklarının bacaları, semaya siyah duman sütunları savuracak; çocuklar oynarken derslerini öğrenmiş olacak, büyükler eğlenirken işlerini yapmış bulunacak, kimse kanaatinden dolayı mücrim tutulmayacak; kimse milletini sevdiği için cani addolunmayacak, en iyi adamlar değil, hattâ iyi olmayanlar bile, hapishanelerde, menfalarda çürütülmeyecek; o zamanın kanunları yalan, ahlâkları sahte, ilimleri, felsefeleri hileli olmayacak.
İşte bu zaman gelince bizim milletimiz de mesut olacak, şimdi haksızlığa, sefalete, esarete, sıkıntıya tahammül lâzım geliyor. İnsanlarda bu hale uzun müddet tahammül edemezler. İnsanda akıl, irade, mefkure varken zilleti kabul edemez kızım.
Kızım Hürriyet,
Sevgili kızım, insan için hürriyetsiz yaşamak çok güç. Benim iki hürriyetim var ki bugün ikisinden de uzağım. Birisi; sensin, sana kavuşacağım zaman öteki hürriyetime de kavuşacağım. Senin adın da senin gibi iyidir. Bir zaman gelecek ki bütün insanlar, bütün milletler hür olacak; akıllar hür olacak, kalbler hür olacak, vicdanlar hür olacak. İnsaniyetin bu kara günleri sonuna yaklaşmıştır. Hak kuvvete galebe çalacaktır. Nasıl bu gördüğümüz mavi gökte parlak bir güneş varsa ruhların manevi semasında ondan daha parlak, bir güneş vardır ki doğmak üzeredir. Bu güneş hürriyettir ki nurlar hakikat, harareti muhabbettir. Vazifesini sorarsan adalettir, sevgili kızım.