Kar atıştırıyor, yerler buzlu, uçsuz bucaksız gibi görünen beyazlık. Şubat ayı ve iddialı bir soğuk var. Sırtımda kalın bir parka olduğundan dert değil ama bilmediğin bir yerde asfalttan ayrılıp karla kaplı köy yolunda ağır bavulla bir saat yürümek? Üstüne üstlük hava da kararmaya başlamaz mı? On beş dakika kadar yürüyünce hafiften atıştıran kar da tipiye dönmeye başladı. Yav, insan bavulunda bir çift eldiven bu-lundurmaz mı?
Tam korkudan ödüm atmaya başlayacağı sıra arkadan gar gar gar bir traktör sesi, yanımda duruyor:
La sen dellendin mi? Bu soğukda yörünür mü? Dona-caan bin yanıma, bavulunu da şuraya goy.?
Yaşamımda ilk kez traktörle yolculuk yapıyorum. Yol bo-zuk olunca traktör çekirge gibi hoplaya zıplaya gidermiş, orada öğrenmiş oldum.
Sıkı dutun, düşme depe üstü.
Yandaki demirlere sıkı sıkı tutunmazsan tepe üstü aşağı-dasın. Demirler soğuktan buz gibi, elimde eldiven yok, zor bir durum.
Aha Garacalar bura. Ben Baharözü´ne gidiyom. Okul şura, şu köprünün üsdünden geç, yörüyüver.
Etrafıma bakınıyorum: Eveet, işte Fakir Baykurt´un anlat-tığı köylerimizden biri. Romanlarının çoğunu okumuşum. Mahmut Makal´ın Bizim Köyü zaten bavulumda.
Köprünün üstünden yürürken, yapraksız dallarına kar kümeleri yüklenmiş, dere boyunca upuzun bir kavak ağacı dizisi dikkatimi çekiyor. Çok fazla var, kesip satsalar iyi para eder.
Kiremitsiz düz damlı 40-50 kerpiçten ev, ortada bir cami, caminin önü -köyün de tam ortası- yuvarlakça çevrilmiş me-zarlık, ileride mezarlığın diğer yanında okul. Köyün ortasında da mezarlık mı olurmuş, ilk burada görüyorum, bırrr. Birkaç evin önünde birer traktör var, bunlar köyün varlıklıları olma-lı. Önünden geçtiğim her evden bir köpek havlaması yükseli-yor. Köye bir yabancının girdiğini hissettiler herhalde, gelip bana saldırmasalar bari. Neyse, köpek saldırısına uğramadan okula ulaşıyorum. Okuldan sonra ev yok, bir tepe başlıyor. Öğretmen çalışkan herhalde, okul bahçesinde çokça elma ağacı var.
Okul binasının yan tarafından girişli iki küçük oda, bir mutfak lojmanın kapısını Adil öğretmen açıyor, kendimi tanı-tıyorum. Yanında kasketli iri yapılı biri, o da ?Hoş geldin,? diyor. Gözlerinin içi mi gülüyor, yoksa bana mı öyle geldi?
Eeee Seferaa yeni öğretmenimiz de geldi. Artık ben yarın giderim.
Adil öğretmen yirmi yılını burada geçirmiş, biraz da kendi köyü Deliilyas´ta görev yapıp emekliye ayrılacakmış. Çayımızı içerken biraz sohbet ediyoruz.
Beni hiç gözleri tutmadı, bunu hissediyorum. Sakal tıraşı-nı yeni olmaya başlamışım.
Seferaa, hava iyice kararmadan köyü bir dolaşsam.
Gülüşüyorlar.
La aha işte köy! Nesini dolaşacaan?
Bulunduğumuz yerden köyün tüm evleri ve sokakları göz önünde, acemice ettiğim lafa kendim de gülüyorum.
Seferaa´nın, sonradan orada geçirdiğim iki buçuk yılda en yakınım, koruyucum ve kollayıcım olacağını o anda bilmiyo-rum. Adil öğretmenin lojmanındaki uzun sohbetin ardından Seferaa beni okulun hemen yanındaki evine götürüyor. Gece bastırdı, ortalık kapkaranlık, tipi artarak sürüyor. Elektrik yok Karacalar´da, gaz lambaları yakılıyor. Yine de çok karanlık, ürperiyorum.
Konuk odası açılıp tezek sobası yakılıyor, sofra kurulu-yor; inanılmaz lezzetli, üstüne kızarmış tereyağı gezdirilmiş bulgur pilavı, ayran, yeni tanıştığım lavaş. Lavaşlar üst üste yığılı, bir tane aldığında hemen yığının üstüne iki tane koyu-yorlar. Misafirin ne kadar yediği anlaşılmasın diyeymiş, ince düşünce.
Gız Selma, yeni oretmene hoş geldin de. Mukremin´e, Selaattin´e, Tahsin´e sesle onlar da gelsin.?
Bunlar Seferaa´nın çocukları, müstakbel öğrencilerim.
Sofra kalktıktan sonra insanlar gelmeye başlıyor, hepsi kasketli. Her giren elimi sıkıyor.
Hoş geldin.
Hoş bulduk.
Nassın, nöörüyon.
Ardından oturuyor, orada bulunan herkes sırayla elini göğsüne doğru götürüp ?merhaba? diyor, yeni gelen de hep-sine ayrı ayrı ?merhaba? diyor.
Merhaba Merhaba
Merhaba Merhaba
Merhaba Merhaba
Bulunduğum ortam, yaşadıklarım, bu insanlar bana öyle yabancı ki, apayrı bir dünyadayım. Büyükçe odada başköşede çocuk görünümlü ben, yanımda Seferaa ve yan yana büyük yaştan küçüğe doğru büyük bir U biçiminde, minderlere bağdaş kurup oturmuş 20-30 kasketli. Kasket hep kafadadır, hiçbir zaman çıkmaz.
Deli la bu örtmen/ Yakup KIVRAK