Takdirin kanatları bu zamana çırptı üstad için. Bu acılı ve yükü ağır olan zamanda. Bir gönül dağı bu dünyadan havalandı. Kanatları zamanın en girdaplı dönemlerinde yükseldi. Yükseldi de bu zamanın, bu çağın semasında. Yücelerden ruh taşıyan ve içten içe bir iç deniz gibi zamana ve ruha sinen.
Diriliş bir aşk. “Basulbadel Mevt”. Ölümden sonra diriliş. Bu, bu dünyada da diriliş ve varoluş. Ötede de diriliş ve varoluş. Kesintisiz bir zaman süreci.
Diriliş bir hak, bir varoluş, bir dil, bir ses. Gönlün çağlayanı.
Rahmet sağanağında; ilk adım, ilk gün ve ilk zaman. Bu dünyanın her nimeti bir bağış. Ses, söz, soluk, yürüyüş. Her oluş bir emanet ve her oluş bir hikmet. Bu sağanakların altında ruh ve gönül kapılarını açık tutanlar gözlerini yüceliğe ve varlığa yöneltenler nasiplenirler, biriktirirler, günü ve zamanı gelince toprak ise toprağa, zaman ise zamana, insan ise insana sunarlar, saçarlar. Besmeleyle varolan ve ondan olandan olan bereketlenir, mutlaka karşılık bulunur.
Yüzyılımızın üzerine ağan yabancılıkların, katı materyal oluşların, ruhu, maneviliği terk eden, İlâhî olana yüz çevirenlerin zamanında elbette bir soluk belirecekti. Elbette hak olan sesler dile geçekti. Elbette yüzyılların sahipleri vardı ve elbette aşk diline sahip olanların sesi karşılık bulacaktı.
Üstad Sezai Karakoç. Sessiz değildi. Sözü sesi, soluğu güçlü bir sesti. Bu zamanda semalardan günümüze, yeryüzüne o da seslendi. Nasibine düşenleri biriktirdi ve ağdı dünyamıza.
Aşk dilinin sesi oldu, sevginin, merhametin, gönlün, kalbin ve aklın sağanaklarından ateş aldı, harelendi. Bereketlendi güzellikler ruhundan, güzellikler ruhundan güzellikler sundu.
Bir millet kimi zaman uykuya dalar da farkında olmaz. Yedi Uyurlar’ın zamanı dondurması gibi. Gözler bir açılır ki dünyada ne çok değişen var, ne çok zaman kayması. Küllenen ve zaman olur adeta. Bulanmış gözlerin, ruhların, kalplerin olduğu zamanlarda.
İnsanlığın üstünü örten, gölgeleyen, karartan, katılaştıran Batı ruhunun travmasının bile farkında olunamayan bir zamanda. İnsan dedi, Hak, Peygamber, medeniyet, millet, toplum dedi. Hepsi hakkın özüydü, hepsi Peygamber Efendimizin soluğunun sesiydi. Bir kuldu, kul olduğunun aşk dilindeydi.
Dertliydi, aşk derdinin dertlisiydi.
Dünya tamahının uzağındaydı. Dünya nimetlerini dünyanın ruhuna kalbetti. Beslendi, düşündü ve yazdı, anlattı. Bu çağa, bu çağın insanına, bu topraklara anlattı. O sorumluluğunu yerine getirdi.
Allah’ın rahmeti insanlığın üzerindedir her zaman. Kitabı ve Peygamberi var olduğunca. Rahmet kapılarının aralayıcıları da insan. İnsanı insanlıktan eden de.
Bir çağ gelir bir soluk hissedilir, bir ses duyulur. Aşk ehli olanların eli değer zamana. Sevgi ve merhamet dilleri dile gelir, söz sağanakları başlar. Her söz, her düşünüş, her eylem bir umut olur, bir aşka dönüşür.
Her şeyin bir zamanı var. Takdir onu kendi katına çekti.
Bir dağ bu dünyadan öte dünyaya göçtü. Sevgilisine kavuştu.
Gurbetin bir sınırı, bir zamanı var. Takdir gelince bir adım ötesi olmaz. Dünya rızkı kesilince manevi rızkıyla hakikat âlemine geçti.
Bu semaların yıldızlarından biriydi, bu yüzyılın aydınlatıcısı. Müslümanların ve insanlığın Hakikat seslenicisi.
Artık onun eserleri, onun toprağa serptiği hakikat incileri, onun gönül erleri, Diriliş ruhunun varlığından yollarına devam edecek. Hakikat ışığı sönmez hiçbir zaman. Meşaleler el değiştirir. Diriliş ruhunun ekolünde olanların yolculuğu olur bu.
Üstadımız Ahmet Sezai Karakoç’un yol aydınlığında. Rahmet olsun… Rahmet olsun… Rahmet olsun efendim.
ALİ HAYDAR HAKSAL/MİLLİ GAZETE