VASATLAŞAN MUHAFAZAKARLIĞIN ÇÖKÜŞÜ!

VASATLAŞAN MUHAFAZAKARLIĞIN ÇÖKÜŞÜ!

...

“Vasatın egemenliğinde; iş bilenin, dümen çevirenindir.”

 Abdülvâhid Yahyâ adını alarak Müslüman olan; “Modern Dünyanın Bunalımı” kitabının yazarı Fransız metafizikçi yazar Rene Guenon, günümüz dünyasının açmazlarına ilişkin önemli tespitlerde bulunmuştur. 

Rene Guenon, “Niceliğin Egemenliği ve Çağın Alâmetleri” adlı eserinde: “Hemen her şeyin nitelik yönünden yozlaşması, para sisteminin yozlaşmasıyla çok yakından bağlantılıdır; nitekim günümüzde her şeyin parayla ölçülmesi ve parayla ”değerlendirilmesi" olgusu da bunu çok açıkça göstermektedir. Günümüzde her şey sadece bir ”rakam”, bir ”miktar" ya da paranın sayısal miktarı olarak değerlendirilmektedir.”  Guenon’a göre sadece nesneler fiyatlarına göre ”değerlendirilmekle” kalmıyor, aynı zamanda insan da parasına ve zenginliğine göre değerlendirilmektedir.

Günümüzde bireyde nicelik, niteliğe üstün geldiği için bireyin sadece maddesel bir görüntüye indirgenmiş olduğunu görürüz. Modern zihniyetin belirgin paradigması, nicelik merkezli yaklaşımın niteliği değersizleştirmiş olduğu gerçeğidir.Niteliğin değersizleşmesiyle birlikte niceliğe mahkûm hale gelmesi, vasıfsızlığın kişisel ilişkilerle beraber kitle desteğini de arkasına alarak yönetim erkinde kendine yer bulmasının da önünü açmaktadır. Değer ve nitelik yoksunluğunun kitlesellik kazanarak yönetim erkine hâkim olmasının nirvanası vasatın egemenliği olarak karşımıza çıkıyor.

Vasatlık, riyakâr topraklarda yeşerir. Çünkü riyakâr topraklarda kimse olduğu gibi değildir. Kimse kendi hikâyesini yazmaya çalışmaz. Kendi hikâyesini yazmaya çalışanların canına okunur. Onun için vasatlığın çölünde herkes başkasının hikâyesini yazmaya çalışır. Vasat korkaktır. Risk almaz. Muhatabına karşı doğrudan cümleler kurmaz. Gizli özneli dolaysız anlatımı tercih eder. Çünkü vasatın kendisi özne değildir. O, bazen kendisini özne zanneden bir “belirtisiz nesne” bazen “zamir”dir. Bilindiği gibi zamirler, isim olmadığı halde cümlede ismin yerini tutan sözcüklerdir. Zamirler tek başına kullanıldıklarında herhangi bir ismi karşılamazlar. Vasatlık tam olarak budur. Vasatlık, kendisi bir şey olamayan niteliksizlerin, niceliğin gücüne sırtını dayayarak kişisel ilişkiler vasıtasıyla bir sıfata, unvana kavuşması, özne olma çabasıdır. Vasat, tek başına sahip olduğu nitelikleriyle bir anlam ifade etmez. Ancak kendisine lütfedilen unvan ve sıfatlarla bir hacme ve kütleye kavuşur. Bir unvanı olmadan kütlesiz ve hacimsizdir. Akmaz, kokmaz, tatsız tuzsuz bir şeydir. Burada asıl ölçüt, sıfatı taşıyanın niteliği değildir. Temsil etme imkânını bulabildiği niceliğin çokluğu yani büyüklüğüdür. Temsil imkânı bulunan niceliğin büyüklüğü, niteliksiz vasatı daha cesur, daha pervasız, daha kibirli, daha şımarık hatta daha cahil de yapar. Vasatın arkasındaki kitle ne kadar büyükse vasat o kadar cesurdur. Niteliğin yozlaşmasının bir sonucu olarak mı nicelik niteliğe boyun eğdirmiştir yoksa bunun tersi mi olmuştur? Bu konu tartışılabilir… Ancak gözlenebilen somut bir durum varsa o da niteliksizlerin bir şekilde sırtını “aldanmış niceliğe” dayayarak kendi egemenliğini sürdürdüğü gerçeğidir.

Devleti tâgût görüp, düzen partilerine oy verilmez “Hakimiyet ancak Allah’ındır.” düşüncesindeki İslamcı retorik devletle tanışıp iktidar olunca; vakıf yöneticisinden, sendikacısına kadar neredeyse tamamı kendini devletin asıl sahibi görme yanılgısına düştü. Kendini devletin sahibi görme yanılgısı, milleti merkeze alan paradigmayı devlet merkezli hale getirdi. Bu durum da kaçınılmaz olarak söylem farklı da olsa kendini milletin efendisi görme üstenciliğine dönüştü.

90’larda tebliğle vazifeli olduğu kardeşine yemek ısmarladığı için parasız kalıp ertesi günü oruç tutan dava adamı fedakâr abilerin yerini profesyonel tebliğciler aldı.

Hâlis niyet ve sâlih amelle, kiralık sendika binalarında zeytin, ekmek, helva ve kaçak çay eşliğinde muhabbetle yapılan emek mücadelesinin yerini de mülkiyeti kendilerine ait, randevusuz girilemeyen akıllı plazalardaki saltanat koltuğunda oturan sözümona muhafazakâr sendika ağaları aldı. Daha düne kadar “Hakkı tutup kaldırmak. Haklıyı güçlü kılmak.” söylemlerini ağzından düşürmeyen muhafazakâr sendikacılar, reel politiğe teslim olarak “Devletin toplumsal rıza üretim memuruna dönüştüler.”

Sistemlerinin aşil tendonunun müdürler olduğunun farkına varan sendikacıların söylem ve taleplerinin merkezini, çoğunluğu oluşturan işçi, memur, öğretmenler değil müdürler aldı. Emekçi kesimin değil aşil tendonlarının özlük haklarını geliştirmenin ve onları da kendileri gibi profesyonel yapmanın derdine düştüler. Bu şekilde, iktidarlar değişse bile kendi iktidarları baki kalacaktı. Üye çoğunluğu, onlar için toplumsal meşruiyet ve demokratik zeminde söz hakkına sahip olmanın zorunlu bir aparatından öte bir şey değildi. Onlar, üye olup oy vermesi hadi bilemedin oy verebilmek için delege olması gereken basit, düz insan yığınıydı.

Ne diyordu Alain Deneault: “Vasatın iktidarında, en üsttekilere ve en alttakilere hayat hakkının olmadığını, en alttakilerin zaten yetersiz olduğunu, en üsttekilerin ise sistemi sorgulama ve eleştirebilme yeteneğine sahip olduklarından dolayı sistemin sahiplerince istenmeyeceğini...”

Gereği düşünüldü: Muhafazakâr vakıf, dernek, sendika, oda vb. yapıların birçoğunda, yönetim kademeleri, kendi iktidarlarını sürdürmek ve yapıp ettiklerinin sorgulanmaması için okuyan, düşünen, araştıran, sorgulayan kadroları değişik bahane ve yöntemlerle tasfiye ettiler. Akabinde kitleselleşerek niceliğe doyulduğundan adam! Sıkıntısı çekilmeyen bu yapılarda, niceliğin niteliğe galip gelmeyesiyle birlikte vasatlık hâkim oldu. Fikir sahibi olup iki lafı bir araya getiremediklerinden, ellerine tutuşturulan metinleri kürsüden seslendirerek ahkâm kesen çapsızların dava nutukları atması kamuoyunun bu yapıların liderliğine olan güvenini sarstı. Entel görünmek için sakal uzatılıp, fular takılması, dil değiştirilip; oğulların mahdum, kız çocuklarının kerime olması da durumu kurtarmadı. Kamu parasıyla lüks ve şatafat içinde yaşayan, giyiminde kuşamında kaliteden ödün vermeyen, para denizinde yüzen, makam aracı olmadan seyahat edemeyen, hiçbir şart altında itibarından! Taviz vermeyen sözümona bir kanaat önderleri uç beyleri, toplum liderleri sürüsü türedi. Muhafazakâr vakıf, dernek ve sendikaların lider kadrolarının, bırakın kamuoyunu kendi camialarında bile özgül ağırlığı kalmadı. Şöyle bir dününün… Ülke genelinde her kesimin saygı duyup değer verdiği, bedel ödemiş kaç muhafazakâr kanaat önderi, yazar, çizer, aktivist, sendikacı vs. var?

Bürokraside, İslamcı kimliğin alametifarikası olarak kravatsız takım elbise şeklen en iyi markalarla korunurken; sivil alanda, pantolon üstü gömlekli fedakâr abilerin yerini; dar paça pantolonlu, slim kesim gömlekli, kısa sakallı, ateş kırmızısı kehribar taneli tesbihli, 925 ayar gümüş yüzüklü laf cambazı iğreti soytarı tipler aldı. Mücahitler müteahhide dönüşürken kamu malı da dava adamlarına caiz oldu.

Siyasetten sivil toplum örgütlerine; sendika, oda, dernek ve vakıflara kadar kamusal alanı kuşatan vasatlaşma, nitelikte gözlenen düşüşün yanında ahlaki yozlaşmayı da beraberinde getirdi. Donanım, bilgi, fikir, kültür, beceri yoksunlarının yol açtığı mali zararlar kadar ürettikleri sosyal maliyettin faturası da her geçen gün daha da artmakta…

Günümüz şartlarında, vasatlığın iktidarında yaşanan yozlaşmayı ortadan kaldırmak ise “Augeas’ın Ahırları”nı temizlemekle eşdeğer…

MURAT KENAN ERDEM