VEDA!

VEDA!

...

VEDÂ

Sivas / Ulaş, Karacalar Köyü, 1978

 

Arı saldırısının akşamı komşular lojmana geçmiş olsuna geliyorlar, harman yorgunu.

Seferaa şişmiş suratıma kıs kıs gülüyor.

“Ooretmen daha yakışıklı olmuş gonşular,” diyor.

Hep beraber gülüşüyoruz.

Radyodan akşam haberlerini birlikte dinleyeceğiz. Bülent Ecevit’in başbakanımız olması durumundan hiç biri mutlu değil. Her haberi kendi pencerelerinden değerlendiriyorlar ve yorumluyorlar. Orada ben olmasam haber bülteninde Ecevit isminin her geçişinde ana avrat sövecekler, biliyorum. Süleyman Demirel, Ecevit’e “hökümetin başı, hökümetin başı” diye verip veriştirdikçe, “Daşşaklı adam, daşşaklı, eyi sööledin eferim,” gibi yorumlarda bulunuyorlar.

Sıra öğrenci affı konusundaki habere geliyor. Hepsi konunun benim için çok önemli olduğunu bildiğinden ilgiyle dinliyorlar. Haberden açıkça anlaşılıyor ki “Yâgup ortmen Angara yolcusu.”

İçim sevinçle doluyor ama lojman odasına da bir hüzün çöküyor bir anda, çok alışmıştık birbirimize.

“La niidecan Angara’ya anarşitlerin, gominislerin içine gidip? Otur oturduğun yerde. Baarözü’nün ooretmeniynen de everek seni, çıft maaş, gözel gözel otur,” diyor Seferaa.

Garpız Memed dalga geçiyor.

“Hoca okuyup böyüğ adam olacak heralım. Böyüğ adam olur bizleri unudursun deel mi?”

Eee Garpız Memed, böyüğ adam olamadık emme sizleri de unutmamışık, gördüğün gibi kırk elli sene sonra anlatıyoruz ballandıra ballandıra.

Yarın Ankara’ya gidip işin aslını astarını öğrenmeliyim.

Maaşa birkaç gün var, param bitmiş. Muhtar Ahmet’ten yüz lira borç alıyorum. Nereden bulur bilmem, pantolon cebinde her zaman bir tomar parası olur, varlıklı adam.

Şişmiş, davul gibi suratla sabah Baharözü minibüsüne binip ver elini Sivas ve sonra Ankara.

Arkadaşlarıma arıların saldırısını anlatırım da, yalağa girip kurtulduğumu nasıl söylerim bilmem.

Akşam otobüsten Kayaş’ta inip Hakkı ağabeyimin evine gidiyorum. Kapıyı açar açmaz eşi Işıl ablam şaşkın,

“Yakup, bu ne hal oğlum, her yanın şişmiş, dayak mı yedin neettin?”

“Sorma abla, anlatırım, arı sürüsü kafamı kovan zannetti.”

Kahkahalarla gülüyor ikisi de, ben de gülüyorum.

“Akşam kalabilir miyim? Yarın okula kayıt için gideceğim. Bak bunları seversiniz, köy yumurtası ile katkısız köy tereyağı. Her derde deva kenger sakızı da getirecektim ama yürüdüğüm tarlada kenger dikeni bulamadım.”

Alâaddin ile beraber ilk kayıt olduğumuz arkadaşlarım bir yıl önce okula yeniden gidebilmeye başlamışlar, şimdi benden bir sınıf üstteler.

Sevgili can arkadaşım Bekir Küçükay da öyle. Bekir klasik gitarı çok ilerletmiş, tremelo tekniği muhteşem olmuş, onun gitar çalışını kıskandım yâni. Garagurulu gecemi anlatıyorum Bekir’e.

“Lan Bekir, o geceden sonra tremelo çalışmadım korkudan.”

“Azizim, benim tremelo da pek iyi değil şimdilik, ama iyi olacak çalışıyorum.”

Kahkahalarla gülüşüyoruz.

Öğrenci affı gereğince okulumda kaydımı yeniletiyorum.

Bülent Ecevit’in kıyağı, hızlandırılmış eğitimle yedi sekiz ayda bitirecekmişim üç yıllık okulu.

Bir kıyak daha var Ecevit’ten.

Başka illerde görev yapanlar varsa bu hızlı eğitimden yararlansınlar diye Ankara’ya atanabileceklermiş.

Kıyak, kıyak üstüne. Bakanlığa atanma başvurumu yapıyorum ve cevabını beklemek üzere Sivas’a dönüyorum.

İlk gelişim gibi Kangal minibüsüne binip aynı şekilde yol ayrımında iniyorum. Hava nefis nasıl olsa, ilk gelişim gibi karlı, buzlu, tipili değil. Bu yolu son yürüyüşün, keyfini çıkara çıkara yürü, dönüyorsun artık Ankara’ya.

Yürüyorum.

Yol kıvrımlarını yürümemek için kestirmeden, otların arasından gidiyorum. Bir yılan, önümden kayıyor sarı yılan, tehlikeli cinsten.

Alıştım bu türden şeylere artık. Eskiden olsa ödüm atar, ardına neft yağı sürülmüş beygir gibi dörtnala ters yöne kaçardım. Bir süre yılanın ardından koşuyorum, o benden kaçıyor, otların arasında kayboluyor.

Havada olağanüstü güzellikte bir kekik kokusu. Ooo, kenger dikenleri büyümüş, tam kıvamında. Şöyle yarım metre boyunda bir diken seçip yanına çömeliyorum. Bir sopa yardımıyla dibini eşeleyip kökünü biraz ortaya çıkartıyorum. Ardından, cebimde taşıdığım büyük çakımla dikenlerini ellerime batırmamaya çalışarak, Hacıyâgup’un öğrettiği şekilde kök ve gövdesinin buluştuğu noktadan çaprazlama kesiyorum.

Süt hemen sızmaya başlıyor. Toprağa damladığı yere küçük, düzgün ve yassı bir taş koyuyorum. Bir sakızlık süt alabilmem için on beş - yirmi dakika beklemem gerekecek. Beklerken, Seferaa’nın öğrettiği şekilde, kestiğim dikenin ana gövdesini dikkatlice dikenlerinden arındırıp kabuğunu soyuyorum. Denemenizi öneririm, çok lezzetlidir.

Kabuğu soyulmuş diken sapını iştahla yedikten sonra üzerine bir sakızlık kadar süt birikmiş olan küçük taşımı da alıp yoluma devam ediyorum. Kenger sakızımın sertleşip çiğnenebilecek kıvama gelebilmesi için akşama kadar beklemesi gerekecek. Üzerinde kenger sütü pıhtılaşmaya başlamış olan yassı taşı bir kâğıt mendile sarıp küçük çantama yerleştiriyorum. Sakızımı akşama çiğnerim.

Bir süre dere boyundaki kavakların gölgesinde yürüyorum. Artık iyice kıvama gelmiş bunlar, herhalde bu yıl kesip satarlar. Keçi, eşşek besleme yasağını ve Cingöz Sadettin’in keçilerini anımsayıp gülümsüyorum. Komşuların baskısı nedeniyle muhtar bağlamaları almaktan vazgeçtiğinden kurs işini gerçekleştirememiştik.

İki yüz metre kadar ötede, tarlasında Gotügırmızı’yı görüyorum. Bu yıl bostan ekmişti, onunla uğraşıyor. İki elimi ağzıma tutup bağırıyorum.

“Hacı Mustafaaa, kolay geleee…”

El sallayıp selamlıyor.

“Akşam gelirken iki kavun iki de karpuz getir,” diye bağırıyorum.

O da iki elini boru gibi ağzına tutup bağırıyor bostan tarlasının içinden.

“Tamam hocaaa, ağşam geçerkene bırağırııım. Beş gayme hazırlaaa.”

Harman yerine yaklaştığımda öğrencilerimden kızlı oğlanlı bir grup koşup geliyorlar terli terli, ÇON kokulu ve sevimli.

“Hoş geldin örtmenim.”

“Hoş geldin örtmenim.”

“Hoş bulduk İsmail, hoş bulduk Gülbeyaz, hoş bulduk Mükremin, hoş bulduk Şengül, hoş bulduk Selma, hoş bulduk Celal, hoş bulduk Hanım, hoş bulduk Emrah, hoş bulduk Ayhan…”

Kaygılı kaygılı bakıyorlar, meraktalar ama bir şey soramıyorlar. Ben de bir şey söylemiyorum.

“Selâmünaleyküm komşular, kolay gele.”

Kadınlı erkekli bağırıyorlar.

“Hoş geldin hoca, hoş geldin Yaagup ooretmen. Gı bi garpız kes ooretmene yisin serin serin, yol yörümüş terlemiş bu ıscakda.”

Hepimiz terlemişiz, sıcak havada ağır emek ve ter kokusu. Karpuzun yanında lavaş, taze peynir… Ohh değmeyin keyfime.

“Garadayı, traktörün anahtarını ver hele, köye kadar gidip geleyim.”

Sürmeyi epeyce öğrendim. Biniyorum traktöre, gar gar gar çalıştırıyorum, Seferaa’nın kızı dördüncü sınıftaki Selma’ya, “Gel bin gız yanıma, okuldan elma toplayıp gelek, yisin gonşular,” diyorum.

Traktör kullanmak çok zevkli. Bozuk yollarda çekirge gibi hop hop.

“Sıkı dutun gız düşme tepe üstü.”

“Dutunuyom örtmenim.”

Elmalar nefis, bolca toplayıp harman yerine götürüyoruz.

Bir hafta sonra, yeni ders yılı hazırlığı ve yeni öğrenci kayıtlarımızı yaparken Garadayı, Ulaş postanesinden beklediğim sarı zarfı getiriyor. İçindeki resmî yazıda, Ankara İl Millî Eğitim Müdürlüğü bünyesine atandığım belirtiliyor.

İç dünyamda sevinç ve hüzün birbirine karışıyor. O akşam yanımda Seferaa, Hacıyâgup ve Muhtar Ahmet, köydeki bütün evleri tek tek dolaşıyorum. İçeri girmeden, kapıdan vedalaşmaca.

Bazı öğrencilerim ağlıyor, çoğu kız. Garpız Memed’in kapısında kızı üçüncü sınıftaki minik Şengül hıçkırmaya başlayıp içeri kaçınca fena oluyorum biraz.

Eşyamı bavuluma ve bakkal Fazlı’dan aldığım büyükçe bir koliye doldurup akşamdan hazırlıyorum. Sünger yatağımı sıkıca sarıp bağlıyorum. Somya ile mavi plastik leğenim kalacak, götüremem. Yerime gelen öğretmen kullanır artık. Gitarımı kılıfına koyuyorum, alındığından beri ilk kez.

Karacalar’daki bu son gecemi, buradaki ilk gecem gibi Seferaa’nın odasında geçireceğim. Her seferinde aynı lezzeti nasıl tutturur bu Ayşaana? Üzerinde kızgın kuyrukyağı gezdirilmiş bulgur pilavından sonra kasketliler doluşuyor yine.

Merhaba seremonisi son kez.

“Merhaba” “Merhaba”

İlk günümü anımsıyorum. Bulunduğum ortam, yaşadıklarım, bu insanlar bana yabancı değil artık, apayrı bir dünyada da değilim. Ne çok şey öğrendim burada yaşama dair.

Çocuk geldim, büyümüş gidiyorum. Çok çiğdim henüz, pişmemiştim daha, kıvamında pişmiş gidiyorum. Ham geldim, olgunlaşmış gidiyorum. Donanımsızdım, donanmış gidiyorum. Bilgisiz geldim, öğrenmiş gidiyorum.

Sizleri özleyeceğim “gonşular”, hoşça kalın. (1978)

***

Yakup Kıvrak “SU YANGINI”, Müzik Eğitimi Yayınları Ocak 2023, Yirmi dördüncü Hikâye, Sayfa: 132



Anahtar Kelimeler: !