Ürkek güvercinler, serçeler gibi gelir ve tıkırdatır penceremizi. Ötelerden kutlu bir haber getirmiş gibidir, sonsuzluğun nazenin bir davetçisi gibi. Sesini duymayanlar, geldiğini görmeyenler mahrum kalır sohbetinden, bereketinden. Onu fark eden göz, duyan kulak arınır kirinden dünyanın.
O gelir ve kalbimizin çatlayan toprağı yeşerir, kuruyan kuyuları rahmetle dolar yeniden.
Bir çocuk ilk kelimesini telaffuz eder, bir ihtiyar çocukluk günlerine iner, bir anne koşar pencereye, bir baba oğluna onu ne kadar sevdiğini söyler, bütün şarkılar yerini önce sessizliğe, onun sesine terk eder, ressamın elinden fırça, şairin elinden kalem düşer. Hafif bir rüzgâr eser, zikre durur selviler, salkım söğütler. Kuşlar saçak altlarına dizilir, kapatır taç yapraklarını çiçekler. Adı konulmamış bir hasretin aşina kokusu siner cümle mevcudatın ruhuna.
Yağmur gelir, çağırır bizi kapının, pencerenin, sonsuzluğun önüne.
Kabukları kavlar acılarımızın, kanar, güzelleşir yaralarımız. Varlıkla yokluk, uykuyla uyanıklık arasında bir dünyada duvarları, çatısı olmayan huzurdan bir mabedin ortasında bitkin kalırız, çoğalır yalnızlığımız.
Bazen telaşlı bir akşamüstü sıcak bir anne ninnisi gibi gelir ve bulur sizi bazen kalabalıklar içinde karşılaştığınız eski bir dost gibi girer kolunuza.
***
?Güneşin yeni doğduğunu sana haber veriyorum
Yağmurun hafifliğini toprağın ağırlığını?
(Sezai Karakoç)
Düşler, hayaller umutlar arınır rahmetin yeryüzünü ziyaretiyle. Her katreden bir ses, her katrede kendinizden bir yansıma görürsünüz. Kalbiniz, sevdayı hissettiği gibi, ateşi, ayrılığı hissettiği gibi yağmuru da hisseder. İlk yağmur damlası ilk sevda acısı gibi titretir ruhunuzu. Düşler ülkesine düşmüş gibidir yolunuz. Kâh çocukluğunuz, kâh ilk gençlik yıllarınız usulca yaklaşır size ve çamurlar sıçratarak koşup uzaklaşır yanınızdan.
İster güz olsun mevsim ister ilkbahar, ister yaz olsun ister kış? Bütün mevsimler renklerini, güzelliklerini yağmur naif fırçasına borçludur biraz da.
Bütün ayrılıklar özlemler, umutlar yağmurla birlikte kalbinizde adı konulmamış uzun bir geçiş töreni başlatır ve o andan itibaren durur hayat olduğu yerde sararmış fotoğraf kareleri gibi. Araçların gürültüsü, fabrikaların sesi kesilir, okul bahçelerinden yükselen çığlıklar kaybolur. Saatler susar takvim yapraklarından silinir rakamlar ve her şey başka bir âlemden bambaşka manalar fısıldar.
Her yağmur bildiğimiz bütün renkleri zihnimizden siler önce, sonra bambaşka renklerle donanmış bir dünya bırakır bize. Uzak dağ başlarının rüzgârları, ıssız ormanlar, nerede olduğunu dahi bilmediğimiz yaylaların dumanı çağırır bizi kendine.
***
?ve güldün rengarenk yağmurlar yağdı
insanı ağlatan yağmurlar yağdı.?
(Sezai Karakoç)
Dünya yüzündeki perdeleri kaldırır onun gelişiyle. Parklar, sokaklar, yollar ve dağlar kendi dilleriyle konuşmaya başlar. Kaybolmak için çizilmiş bir haritadır yağmurlu yollar, sığınmak için ıssız bir adadır uzaktan sizi çağıran dağlar. Her damlası göklerden yere bir harfi taşır yağmurun her harften bir mana, bir hatıra sarkar dünyaya, ölüme hayata dair.
Göklerin, bulutların ağıtı, gözyaşı değil duasıdır yağmur, cümle mevcudatı çeker içine ve bizi de kendisine eşlik etmeye çağırır. İbadetlerden, dualardan sızıp gelen bir huzuru fısıldar yağan yağmurun sesi. Yağmurla yağmak, bütünleşmek, kaybolmak isteği gelir ruhumuzun derinlerinden. Yağmurların ortasında küçüle küçüle bizden uzaklaşan ve gözden kaybolan kendimizden bir parçadır fark etmesek de.
Şehirler, dağlar, ırmaklar, ormanlar sayfaları aralanmış bir kitap gibi serilir önümüze her yağmur sonrasında. Her yağmur sonrasında yeniden kurulur dünya, yeniden acemisi oluruz hayatın, kalbimizin ve dünyanın. Bütün sevdiklerimizi yanımızda görmek yahut hepsinin sesini duymak isteriz. Adım attığımız dünya yeni bir dünyadır, içimize çektiğimiz toprak yeni bir toprağın kokusu. Bulutlarla, göklerle anlaşmanın dilidir yağmur.
Hikâyeler gelip gider zihnimize, şiirler filizlenir yağmurun ayak izlerinden. Usul usul şarkılar yükselir yağmurun sustuğu yerden. Doğduğumuz köy, okuduğumuz uzak şehirler, çalıştığımız küçük kasabalar, özlediklerimiz sevdiklerimiz, toprağa verdiklerimiz siyah beyaz fotoğraflar gibi uçuşur buğulanan pencere önlerinde.
Görünmeyen bir el tutar ve kaldırır bütün güzellikleri düştüğü yerden. Görünmeyen bir el bulur getirir unuttuğumuz, kaybettiğimiz bütün hüzünleri, umutları, ayrılıkları. Yağmur gelip de kendi rengine boyadığında yeryüzünü uzaklarda üşüyen bir çiçeğin yaprakları da kalbimizin duldasına durur, yuvalarından düşmüş yavru kuşların tedirgin çığlıkları da.
***
?onlara anlat yağmur karşılıklı yağar
ruhların icindeki müzikle karşılıklı?
(Sezai Karakoç)
Bütün bestekârların aradığı ahenk yağmurun sesinde gizlidir, bütün şairlerin peşinde koştuğu ilham yağmurun saflığında saklıdır. Geçmiş ve gelecek arasında sallandığımız adını koyamadığımız vakitlerin her seferinde bizi şaşırtan misafiridir yağmur. Geçmiş ve gelecek bütün zamanlar tek zamana dönüşür yağmurlu vakitlerde. Kalbimizdeki tüm boşluklar dolar, gözlerimizdeki perdeler kalkar, önümüzdeki tüm kapılar açılır ardına kadar yağmurun gelişiyle lakin ne gözlerimizde fer kalır uzaklara dalacak ne dizlerimizde takat kalır dolaşacak.
Bazen tek uzak kendisidir yağmurun.
Yağmur düşmeyen topraklar kadar yağmur düşmeyen kalpler dahi ziyandadır. Kendisini sevenlere bereket ve huzur sevmeyenlere kasavet getirir uzaklardan.
Her yağmur ardında yeni bir hayat, başka bir dünya bırakarak gider. Dünyanın, hayatın özetidir onun gelişi ve gidişi. Korkuları, yalnızlıkları, ayrılıkları hatırlar, ölümü düşünür, umutla sarılırız kalbimizin ipine.
Herkesin aynı anda ve uyanıkken gördüğü ilahi bir rüyadır yağmur.
***
?Elimin yarısı dağılıyor, hiçbir ucunu tutamıyorum hayatımın
Artık beni anlatacak kadar yağmur yağmıyor sokaklara?
(Cafer Turaç)
O da her şey gibi başlıyor, ruhumuzda bir yol buluyor kendisi için, kendisine alıştırıyor ve sonra bizi bırakarak ayrılıyor dünyamızdan. Giderken bizden bir şeyleri de sürüklüyor peşinden. Bazen teselli bulalım diye bir gökkuşağı bırakıyor ardında bazen onu da bırakmıyor. Bize kendimizi hatırlatıyor anlatıyor belki, belki de bu yüzden adı konulamamış, tarifi imkânsız bir yakınlık duyuyoruz yağmura.
Yağmuru anlayan, anlıyor hayatı, dünyayı, zamanı. Yağmurlara tutunarak, yağmurları çağırarak yaşayanlar kalbine tutunarak geçiyor ırmaklardan, okyanuslardan. Bize ve bizden öteye yalnızca yağmurların arkadaşlık edebileceğini anladığımızda ayaklarımızın, dilimizin çözülüyor bağı.
Kim dost, arkadaş bilmişse yağmuru kurtulmuştur kalabalığından, telaşından dünyanın. Kalbini yalnızca kendisine saklamayan tek dosttur, yoldaştır yağmur, peygamberlerin, evliyanın, şairlerin, çiçeklerin, çatlamış toprakların, sararmaya yahut yeşermeye durmuş ağaçların dostu ve yoldaşı.