Tarih: 17.01.2020 19:06

Yeni Medeniyet Düşüncesi

Facebook Twitter Linked-in

YENİ MEDENİYET DÜŞÜNCESİ

Rüyaları gerçekleştirmenin en iyi yolu uyanmaktır.

( N. Fazıl)

 İslam dünyası günümüzde hem kurduğu medeniyeti hem de medeniyet idealini kaybetmiştir. İnsanlara kaybettiklerini yeniden hatırlatan, yeni bir dinamizm sağlayabilecek tek alternatif olduğu ortaya çıkmaya başlayan İslam ve yüzyıllarca süren bir durağanlık döneminden sonra yeniden canlanma kabiliyeti gösteren Müslümanlar, kökü büyük bir birikime dayanan; ama geleceği inşa etme amacında olan yeni bir medeniyet düşüncesi yolunda emin adımlarla ilerlemektedirler. Bu yeni medeniyet düşüncesine geçmeden kabaca bir medeniyet tanımı yapıp, medeniyetin çerçevesini çizelim. Medeniyeti Cemil Meriç; ?bilgi ve teknik gelişme, şehirleşme, sosyal organizasyon bakımından ileri aşamaya ulaşmak? şeklinde tanımlamaktadır. Hilmi Ziya Ülken de medeniyetten söz ederken; her medeniyetin bir değerler sistemine dayandığını ifade etmektedir. Bu tanımlardan hareketle medeniyeti maddi ve manevi anlamda ve paralel olarak gelişme gösteren olgu olarak ele alabiliriz. Burada iki kelimenin altını çizmek gereklidir; çünkü bu iki kelime makalemizin merkezi noktasını ve eleştirilerimizin mihengini belirlemektedir. Genel bir çerçeveden sonra bu iki kavram etrafında tekrar yoğunlaşacağız.

Her ideoloji gibi her medeniyet de bir dünya görüşü etrafında teşekkül eder. Ülken´in
 ?İnsan; inanan, düşünen ve etkileyen bir varlık olduğu için, bütün medeniyetlerin temelinde bir inanış, düşünce ve hareket sistemi vardır.? tespiti bu bakımdan kayda değerdir. Peyami Safa da aynı düşünceyi paylaşıyor olacak ki, bazı medeniyetlerin dayandığı kaynakları şöyle tespit eder:

?Bugün Uzakdoğu Çin Medeniyeti Konfüçyüs ve Budizm´i; Hint Medeniyeti Brahmanizm ve Hinduizm´i; Yunan Medeniyeti Politeizm´i; Avrupa Medeniyeti Hıristiyanlığı kaynak olarak almış ve beslenmiştir.?

Tabi olarak İslam Medeniyetine de kaynaklık eden kendine has dinamikler vardır. Şüphesiz ki bu medeniyetin en büyük ve değişmez referansı Kur´an-ı Kerim´dir. Sezai Karakoç bu gerçeği şu şekilde dillendirir:

?İslam medeniyeti ilahi kaynaklıdır. Vahiy kaynaklıdır. Esas kurucuları da peygamberlerdir. Medeniyetin gerçek anlamını ve kaynağını vahiyde buluyoruz. Bunun için buna Vahiy medeniyeti, hakikat medeniyeti diyoruz. İslam kültürü, İslam medeniyetinin bir unsurudur.?

Burada hemen şunu da belirtmeliyiz ki Karakoç´un İslam Medeniyeti tamlaması yerinde bir tamlamadır. İslam medeniyetini; Doğu veya Batı medeniyeti olarak belirlemek büyük bir yanlış olacaktır. O kaynağı itibariyle bu iki medeniyetten ayrılır, bu iki medeniyetin köklerinden bağımsızdır.

Yusuf Kaplan´ın ifadeleriyle söylersek: İslamiyet, Hira dağında peygamberin mistik feryadı iken, en büyük ruhu; ideali olmuştur. Mekke´de isyanın, Medine´de teslimiyetin, adaletin ideali olmuştur. İslam, Mekke´de hayat Medine´de şuur bulur. Coğrafyasını keşfeder. Sonra yönünü bularak büyür ve evrensel mesajını her yere taşır. Ayrıca bu medeniyete birçok etnik, kültür,  katılarak ortak eserler meydana getirmiştir. Böylece Müslümanların millet anlayışı; ırk, kültür esasına değil, medeniyet esasına bağlanmış ve tablosunda birçok esere yer vererek mucizeler yaratmıştır.

Mevdudi de İslam medeniyeti ile Batı medeniyetinin kökeni itibariyle ayrıldığı kanaatindedir. Mevdudi bu iki ayrı medeniyetin köklerini şöyle belirler.       ?İslam medeniyeti risalet ve vahiy üzerine, Batı medeniyeti ise akılcılık ve maddecilik üzerinde kurulmuştur.? Medeniyetlere kaynaklık eden faktörlerin belirlenmesi, onları değerlendirebilmek için en önemli ölçütlerdir; çünkü Mevdudi´nin de belirlediği gibi, ?Medeniyet, ilerleme yönünü, insan çalışmasının sınırlarını gösterir ve keşfedilen gücün nasıl kullanılacağını belirler.? Ayrıca yine Mevdudi´nin deyimiyle medeniyet, ?İnsanlar arası ilişkinin çeşidini ortaya koyar.? 

Medeniyet Türleri 

Dayandığı kaynağa veya vaatlerinin içeriği bakımından üç tür medeniyet tipinden söz etmek mümkündür. Birincisi Pagan maddeci uygarlıklardır. Bu uygarlıklar, araçları ve gücü kutsar, bunları mutlaklaştırır. Fizik ötesi gerçekliği, dolayısıyla insanın ruhunu ihmal ettiğinden dolayı da insan ruhunu imha eder.

İkinci medeniyet türü uhrevi uygarlıklardır. Dünyaya her anlamda kapalı, yalnızca öteki dünyaya endekslenmiş, bu dünyada mensuplarını köleleştiren ve dilenci olmaya özendiren bu medeniyetler kadim Doğu ruhban geleneğinin yansıması olan ve kendini buralarda gerçekleştiren medeniyettir. Bu medeniyet fizik ötesi gerçekliği mutlaklaştırır ve bu dünyayı ihmal eder.

Üçüncü medeniyet ise Ali Murad Daryal´ın da belirttiği gibi ?telif edici? medeniyetlerdir ki; bu tür medeniyetler vahiy merkezinde teşekkül etmiş, peygamberlerin öncülüğündeki medeniyetlerdir. Bu medeniyetler, peygamberi sözün ve soluğun aracılık ettiği,  fizik ve fizik ötesi gerçekliği içinde birleştirir, birini diğerine feda etmezler.

Maddeci uygarlıklar, başkalarına hayat hakkı tanımaz. İnsanların bir kısmını diğerleri üzerinde tanrılaştırır. Dış dünya üzerinde hakimiyet kumaya çalışır.

Maneviyatçı Doğu gelenekleri ise; başkalarının saldırılarına karşı göğüs germez. Teslimiyetçi bir tutum sergiler. Maneviyatçı Doğu gelenekleri sürekli iç dünyayı kontrol etmeye çalışır, hiçliği mutlaklaştırır. Bu nedenle de ne kendilerini ne de haklarını koruyamaz.

Vahiy medeniyeti ise;  hem iç, hem de dış dünyaya aynı anda açılır. İç dünyanın imha edilmesine, dış dünyanın ihmal edilmesine izin vermez. Hem fizik, hem de fizik ötesini dengede tutar. Vahiy medeniyeti ne başkalarına zulüm eder,  ne de kendilerine zulmedilmesini kabul eder. Vahiy Medeniyeti yaşatmayı esas alır.

Çağı tanımak ve çağa müdahale etmek için Vahiy Medeniyetinin son peygamberini tanımak zorunludur. O peygamber ki; karanlık bedevi dünyasını aydınlık bir ufka ulaştırmıştır. Ümmet, hatta tüm insanlık için büyük çaplı isyan dalgasını ortaya koymuştur. Bu isyan; ilim, irfan ve hikmetle yoğrulmuştur. Bu isyanın ateşi, akılları ve kalpleri tutuşturmuştur. Aynı kaynaktan beslenen Müslümanlar, aynı havzaya dökülerek orayı beslemişlerdir. Bu yüzden vahyin ilk yıllarında zihni savrulmalar yaşanmamış, ciddi problemler meydana gelmemiştir.  Müfredatları  Kur´an olan bu topluluklarda kolektif şuur oluşmuştur.                                      

Medeniyet Bunalımı

 Müslümanların hızla ilerlemelerinin doğal sonucu olarak birçok farklı medeniyet ve kültürle karşılaşmışlardır. İslam tarihinde Müslümanlar, bugüne kadar üç büyük medeniyet bunalımı yaşamışlardır.

Müslümanlar birinci medeniyet bunalımını Haçlı saldırıları ve Moğol istilasıyla yaşar. Tahrip edilen şehirler, yakılan kütüphaneler, ezilen ruhlar Müslümanları mistik bir hayata zorlar. Kendi tercihleri olmayan, başkasının tercihlerini yaşamaya başlarlar. Birinci medeniyet buhranı, iki asır içinde düşünceden fiile dönüşür. Bağdat ve Kurtuba düşer. İslam Medeniyeti, birinci medeniyet buhranını bilfiil iliklerine kadar yaşar. Gazali, Razi, Cürcani, Amidi, İbni Arabi, İbni Haldun vs. birinci medeniyet bunalımının aşılmasında kilit rol oynarlar.

İkinci büyük medeniyet bunalımını ise son 200 yıldır İslam´la Batı Medeniyeti arasındaki seküler kopuştan kaynaklı olarak yaşar. İkinci medeniyet buhranı, kozmolojik tasavvurun, bütüncül bakışın, hakikat fikrinin, ideal insan modelinin, şiar ve şuurumuzun yitirilmesiyle ortaya çıkar. Müslümanlar, tarih sahnesinden ve bu dünyadan çekilmiş, başkasının dünyasında, başkalarının kendilerine sağladığı hayat hakkı kadar yaşar. İslam toplumları bir bunalıma sürüklenir. Müslümanlar bu bunalım döneminde şizofrenik, çift kişilikli, bedenen burada, zihnen Batı´da yaşayan, kendine ait her şeyi reddeden, yok etmeye kalkışan, öz güveni tarumar olmuş, aşağılık kompleksiyle yaşamaya çalışan bir ümmet haline gelir. Bu bunalımdan çıkış yolu iddialarımızı terk etmekten, kimliğimizi değiştirmekten geçer. Açık bir gerçektir ki; özünü yitiren toplumlar özgürlüklerini ve özgünlüklerini de yitirirler ve tarih yapamazlar. Tarihi; ancak medeniyet çapında iddia sahibi olan, geçmişten geleceğe yürüyen gerçek aktörler yapar. ?Hayallerini yitirenler ise, başkalarının hayallerini yaşar.?

Büyük küresel güçlerin önümüzdeki yüzyılın projelerinin üç ayağı vardır: Birincisi; İslam´ı terörle özdeşleştirmek. Böylece islamofobiyi yaygınlaştırmak. İkincisi; İslam´a karşı İslam, stratejisi ve alternatifi geliştirmek. Yani ılımlı İslam projesi denilen proje. Ilımlı İslam projesi, İslam´ın Protestanlaştırılması, egemen evrensel sisteme entegre edilmesidir. Yani İslam´ın hayattan uzaklaştırılması, küresel sisteme itiraz etmeyen, sözü olmayan bir algının bütün İslam dünyasında yaygınlaştırılması gibi İslam´ı bitirecek son derece sinsi ve tehlikeli bir projedir.

Üçüncüsü; İslam dünyasında mezhepsel, etnik, coğrafi savaşlar çıkartmaktır. Bugün İslam dünyasındaki kavgaların esası budur. Arap dünyasında, Pakistan´da ve Türkiye´de oynanan oyunların tezgahtarları İngilizler, neoconlar ve Yahudilerdir. İslam kalelerini bir bir düşürdüler.  Asya´nın yıldızı Pakistan ve Afganistan´ı, Afrika´da Mısır,  Libya, Fas, Tunus´u; Orta Doğuda Irak ve Suriye´yi  kaos ortamına sürüklediler. Daha birçok ülkede ?kriz çıkar ve krizi-kerizi yönet politikası? ile can almaya devam etmektedirler. Bununla birlikte birçok ülkenin kukla lideri ve yöneticileri, Batı´nın emellerine sadık bir şekilde hizmetine devam ediyor, saygıda kusur etmiyorlar.

Küresel sistemin İslam´la savaşı devam ediyor. İslam´ı tasfiye etmeye çalışıyorlar. Kendilerine benzeyen ve hizmet eden Müslümanlar icat ediyorlar. Küresel sistemin beyni Avrupa (İngilizler), sopası ise ABD´dir. Batı bu gücünü yalancı ilahlarla (demokrasi, hümanizm vs.) Müslümanlara ihale ederek onları sömürgeleştiriyor, tüketim toplumları haline getirerek adeta tüketiyor. İslam´ın yeniden tarih yapacak bir medeniyet yürüyüşüne soyunmasını engellemek istiyorlar.

 Medeniyetin Yeniden Dirilişi

 Yaşadığımız bu medeniyet krizi zihnimizi dondurdu, ufkumuzu köreltti. Önce savunma psikolojileri, sonra yenilgi psikolojileri daha sonra da yamama, yamanma psikolojileri geliştirdik. Medeniyetle irtibatımızı kestik; başkalarının gölgesi, acentesi, kölesi olduk. Kendimiz olamadık, ve bu nedenle de adeta başkalarının maskarası olduk. Batı´dan gelen bu tusunami, önce direncimizi kırdı; sonra da bizi bitkisel hayata mahkum etti. Direniş ruhumuzu alabora eden bu kasırga, halkımızı bir figüran, hafızasını sıfırlayan bir toplum haline dönüştürdü. İki yeni figüran türetti: salaklar ve asalaklar... Salaklar, yaşananları normalmiş gibi kabul ettiler. Asalaklar ise Batı´yı mabed belledi. Her şeyi Batı´dan beklediler. Batılılar üretti, bizse Batılıların ürettiklerini kutsayarak tepe tepe tükettik.

Üstelik Sezai Karakoç´un da işaret ettiği gibi; ?İslam medeniyeti kendi iç bunalımını yaşarken, öte yandan yeni Batı medeniyetinin bunalımını da yaşamıştır.?

Müslümanlar dünyaya söz söyleyecek bir gücü kendinde bulmalıdır. Yeniden ayağa kalkmamız ve kendimize güvenmemiz gerekmektedir. Söylediğimiz söz ilahi kaynaklı olduğu için tüm çağlara çağrıdır. Bu çağrının muhatabı yeryüzünün tamamıdır. Söylediğimiz ve durduğumuz yerde sorun olmamalıdır. Müslümanlar olarak bilinç ve kimlik inşası üzerinden yeniden düşünmek zorundayız. Bu işin düşünce ve söylemle de kalmaması gerekmektedir; çünkü bulunduğu yeri imar etmeyenlerin tüm iddiaları buharlaşır. Zihnimizi işgalden kurtararak kendi sorunlarımızı çözmeliyiz. Kendi sorunlarını çözemeyen Müslümanlar, medeniyet iddiasını kaybeder. Ufkumuzu geniş tutarak, hedefleri büyüterek, iddialı fikirler beyan etme zamanı gelmiştir. Zaman biz Müslümanlar için büyük çaplı düşünme ve harekete geçme zamanıdır.

Batı Medeniyeti´nin alternatifi İslam Medeniyeti´dir. Çünkü İslam Medeniyeti´nin asıl kaynakları orijinaldir. Bizim yapacağımız aslı, küllerinden yeniden ateşlemektir. Bu ateşi yakacak güç, toplumsal ve tarihsel bilinçle olacaktır. İslami idealleri, hayalleri, rüyaları inşa etmek aciliyettir. Toplumun İslam´la ilişkisini canlandıracak her türlü girişimlerin sağlanması elzemdir. Zihinsel, fikirsel, siyasal ve ekonomik kurtuluş reçetesini İslam bakiyesinde bulabiliriz.

İslam dışındaki diğer hiçbir medeniyetler Batı Medeniyetinin alternatifi olamazlar. Çünkü onlar Batı Medeniyeti´nin argümanlarını kullanmaktadır. Bu ülkeler kapitalistleşerek ve sekülerleşerek içerden teslim alınıp bitirilmiştir.

Ancak özünü gürleştiren toplumlar özgürleşebilirler ve geleceğe doğru yürüyebilirler. Evrensel yürüyüşler kopuş yaşatacaktır. Bu yürüyüş, ne bir coğrafya, ne bir mezhep, ne de bir etnik yürüyüştür. Bu yürüyüşte Türkler, Kürtler, Araplar, Farslar, Afrikalılar, Asyalılar v.s olacaktır. Evrensel yürüyüş kimseyi ötekileştirmeyecektir. Tarihe tanıklık edecektir ve kendi medeniyetimizin öznesini yaratacaktır.

Tetkik (anlama), tenkit (anlamlandırma) ve teklif (aşma) süreçlerini yeniden hayata geçirecek yeni alimlere, ariflere ve liderlere ihtiyacımız vardır. Bu şahsiyetlerin yetiştirilmesi kaçınılmazdır.     

Çağ körleşmesini aşabilmek için geçmişte Gazali, çağımızda Bediüzzaman, Muhammed ikbal, Seyyid Kutup, Ali Şeraiti ve Mevdudi gibi alimlere, hem de lider şahsiyetlere ihtiyaç vardır.

Bu şahsiyetler, pergelin sabit ayağını bulundukları zihni varoluşsal coğrafyaya basıp, pergelin hareketli ayağıyla bütün entelektüel coğrafyaları derin nefes alarak kutsal bir yolculuğa çıkmaları zorunludur. Yolculuklarında heybelerinde ilim, irfan ve hikmet olacaktır.

Tarih yapan irfandır. Tarihe ruh katan ve hayata anlam kazandıran irfan ve hikmet sahibi insanlardır. İrfansız tarih, insansız; hikmetsiz tarihse, ruhsuz, anlamsız, değersiz ve kıymetsizdir.  İrfan gürül gürül akan, insanı yıkayan, arındıran ve önünü açan muhteşem bir ırmaktır. Hikmet ise bu ırmağın kaynağıdır.

Ortak Dil ve Ortak Mekan

 Müslümanlar, ortak bir dil ve ortak bir söylem gerçekleştirmek zorundadır. Konuştuğu dili yitiren, durduğu yeri bilmeyen ve kaybeden bir medeniyetin çocukları idrak biçimlerini yitirmekten kurtulamazlar. Fikren, zihnen, siyaseten köleleşirler. Ancak kendi dilini konuşabilenler ve yerini bulabilenler medeniyet yolculuğuna çıkabilirler. Dilimiz, yerimiz ve yönümüzü ortaya çıkaran medeniyetimizin ilk mekanı Mekke´dir, Medine´dir. Mekke´de atılan tohum, Medine´de yeniden yeşerecek, yeşeren bu ruh İslam dünyasında meyve verecektir. Medinelerini yitirenler medeniyetlerini yitirmekten kurtulamaz. Mekke ruh, Medine bu ruhun bedenidir. Medeniyet ise bu ruhla bedenin inşa ettiği insandır.

Dilini kaybeden yerini kaybeder, yerini kaybeden yönünü, istikametini ve sonra medeniyetini kaybeder.

İslam medeniyetindeki her etnik kendi dilini konuşacak, kendi diliyle eğitim görecek, edebiyatını geliştirecek, yasakların hepsinden kurtulacaktır. Her türlü etnik köken bir arada,  barış ve huzur içinde yaşayacaktır. Kendini İslam Medeniyeti´nin içinde kendi kimliğiyle temsil edecek ve yaşayacaktır. Ortak dil, ortak söylem, ortak medeniyet iddiasını bayraklaştıracaktır. Bu söylemleri gerçekleştirmek tarihte sadece Müslümanlara nasip olmuştur. Başka hiçbir medeniyet, tüm söylemlerine rağmen sadece insanlığa felaket getirmiştir.

İslam medeniyetin iletişim kurma ortak dili Arapça olacaktır. Çünkü Kur´an´a, hakikate aracısız ulaşmanın dilidir. Böylece aracıların orijinalini bozup kendine göre yorumladıkları vahiy doğrudan herkese ulaşacaktır.

İslam Medeniyeti´nin ortak bir dili de Batı dili olarak İngilizce olmalıdır. Batı´yı daha iyi tanımak, kaynaklarına,  asıllarına ulaşmak ve onlara evrensel mesajı iletmek amacımızı kolaylaştırır.

Şehirlerimiz eğitim yuvaları olacaktır. İnsana ve bilim adamlarına değer veren kentler inşa edilecektir. ?Şehirsiz medeniyet, medeniyetsiz şehir olamaz.? Şehirler medeniyetin aynasıdır. Kültür ve medeniyetler şehirlere göre büyürler, medeniyetlerin görülen yüzleridir.

 Medeniyet ? Eğitim,  Kültür ve Ahlak

 Ümmetin bunalımının kaynağı ve güç merkezi mevcut eğitim sistemleridir. Hastalığın çoğaldığı zemin orasıdır. Bu noktada Mevdudi´nin düşüncelerini paylaşmak yerinde olacaktır:

?İslam medeniyetinin oluşturulması ancak kendi eğitim ve öğretim sistemlerinde devrim yapılması ve bu devrimin İslami amaç ve ilkelere uygun olmasıyla mümkündür? Hiçbir medeniyet kendi kelime ve kavramlarını kullanmadan soyut olarak meydana gelemez. Aksine pratiklerle doğar ve gelişir aksi takdirde ölür? Bağımsız olamayan toplumlarda temel insani ahlak ve değerleri geliştiremez. Bu nedenle eğitim öğretim kurumlarımızın atmosferi tümü islami ilke, ve değerlerine uygun olarak değiştirmek gerekir? Müslümanlar ne zaman ki ilim ve fikir araştırma incelemelerinden uzaklaşmışsa bozulma meydana gelmiştir. Medeniyetin amacı ilim ve hikmeti yükseltmektir.  Dünyayı ileri götürenler ilim alanında gelişmiş toplumlardır. Dünya bir trene benzetilerek lokomotifin anahtarı fikir ve araştırmacıların elindedir. İstediği yöne götürebilirler? İlim dinden ayrı bir şey değildir. Aksine onun ruhu ve yöneticisi hükmündedir. Eğer bugün dindarlar ilimden uzaklaşmışsa gafletlerinden, cehaletlerinden kaynaklanmaktadır??

Eğitim sisteminden bahsederken, bir medeniyetin din adamlarının tehditle, cehennem korkusuyla söze başlamaması gereğine de değinilmelidir; çünkü hür düşünce böyle bir ortamda hayat bulamaz. Hür olmayan düşünce, düşünce değildir. İlk isyan hareketi, hür düşüncenin yaşaması için olmalıdır. Bu hür ortam, bünyemize yabancı medeniyetlerin taklidinden kurtulmamız için hayati öneme sahiptir. Öz değerlerimizin yetiştiği bir medeniyet ortamı sağlamak varoluş sebebimizdir. Nurettin Topçu´nun yerinde tespitiyle; ?Dünyamız yeni kültürlerin yaratacağı ruh içinde gelişerek insanı teknolojinin esirliğinden kurtaracak yeni bir medeniyet bekliyor.? Bu medeniyet İslam medeniyetinden başkası olamaz; çünkü İslam insanlığın son kurtuluş adasıdır. Kopya ve taklit etmeye çalıştığımız Batı medeniyeti bizim bünyemize uymayacağı gibi, batılılaşma çabalarımızın da yanlış yönde olduğunu göz önünde tutmamız gerekir. ?Biz batının iki şeyini yanlış anladık, iki yüzünü tersinden gördük. İlmini ve ahlakını.?

Okumalarımıza gelince,  klişe okullarımızın dışına çıkarak yeni bir okuma serüveni başlatmalıyız. Okumalarımız bizi daima yenileyen, geliştiren zihnin alıcılarını açık tutacak anlayışla olmalıdır. Okumaya bakış açımız ve yaklaşımımız özgür bireyleri inşa etmelidir. Bizi bizden alan başkalarının esiri yapan okumaları terk etmeliyiz. Kelime ve kavramlarımıza sahip çıkarak onları değersizleştirmeden okuyarak ve kitaba dokunarak yeni medeniyeti inşa etmeliyiz. ?İlim Avrupa da imana götürüyor, doğuda ise imandan uzaklaştırıyor.? diyen Topçu´nun bu tespitinden hareketle de ilmi faaliyetlerin İslamileştirilmesi üzerinde durmalıyız. Müslümanlar arasında güçlü fikir adamları ve liderler çıkması için de bu bir zorunluluktur. Ali Şeriati´nin deyimiyle: ?İslam´ın ve Müslümanların yeniden uyanışı için bu tür liderler gereklidir. Zamanı iyi okuyabilen ve günün koşullarını iyi değerlendirebilen liderler çıkmalıdır. İslam´ı, toplumu anlamayan liderler, aydınlar Sünni teneffüsle yaşarlar. Aydın ve lider beyni aydınlık için çalışan işçidir.?

 Yeni Medeniyet ve Türkiye

 Türkiye, medeniyetimizin yeniden inşası ve ihyası sürecinde tarih yapan kurucu bir aktör olmaya aday olduğunu ilan etti. Siyasi iktidar da son on yıllık dönemde böyle bir mücadeleyi çeşitli platformlarda dile getirdi. İktidarın sloganlarından biri de ?Yeni medeniyet için? olmalıdır; çünkü sürekli yeni Türkiye´den söz edilmektedir. Yeni bir Türkiye için yeni bir medeniyet atılımı kaçınılmazdır. Türkiye tarihi bir yürüyüşe soyunmaktadır. Siyasi iktidar dünyanın her yerindeki Müslümanların sorunlarını sürekli gündemleştirmektedir. Mısır darbesinde takındığı tavır, Afrika´ya olan özel ilgi, Filistin sorunu, Suriye iç savaşı v.s bunun örnekleridir. Siyasi iktidar kendi ülkesi içindeki reformlar ve özellikle Kürt sorununun çözümünde gösterdiği siyasi basiretle de büyük iddialar peşinde olduğunu kanıtlamıştır. Çünkü kendi sorunlarıyla yüzleşemeyen ve çözüm üretemeyen bir iktidar, medeniyet iddiasında bulunamaz. İçte huzur ve barış sağlayamayan bir devlet, dünya barışına da katkıda bulunamayacağı açıktır. Kafası karışık kendi iç sorunlarıyla uğraşan enerjisini buna harcayan bir hükümet ?Büyük medeniyet? projesi iddiasında gerçekçi olamaz.

Gerek kültürel ve ekonomik, gerekse entelektüel açıdan Türkiye bağımsız hareket etmenin yollarını aramaya daha çok mesai harcamalıdır. Kendi medeniyet tarihini, sahte tarihinden temizlemeyi de aksatmamalıdır. Siyasi iktidarın, medeniyet yolculuğuna ümmet perspektifinden hareketle başlaması da kendisi için avantaj olacaktır.

Siyasi iktidar Türkiye toplumun her kesimini kucaklayarak, her düşünceye hayat hakkını tanıyarak evrensel yürüyüşe katmalıdır. Bunun için her türlü sorunu taraflarıyla yüzleşerek çözme iradesini göstermelidir. Türkiye´de imtiyazlı gruplar, kesimler oluşturulmasının önüne geçecek ciddi adımlar atmalıdır. Adalet ve hukuk, her kesime adil uygulanmalıdır.

Siyasi iktidar bizi medeniyet yolculuğuna götürecek her türlü zihni, fikri, siyasi, iktisadi köleliklerle mücadele etmelidir. Toplumun gerçek aydınları, akademisyenleri,  hukukçuları bu kutlu yolculukta görev almalıdır.                                   

 SONUÇ

 Medeniyetimizin dirilişi için kendimize gelmemiz,  kendi medeniyet perspektifimizden dünyaya ve olaylara bakmamızın gerekliliğini kavramalıyız. Kitap okumamız ve kitaba dokunmamız ve yeni bir okuma yapmamız yeni bir atılım için kaçınılmazdır. Özgürleştirici ve yenileyici bir anlayış ancak tembellik döşeklerinden kalkmakla mümkündür.

Özgürlüğümüz ve huzurumuz, kimseyi dışarıda bırakmayacak kapsamlı bir anlayış, herkese hitap edecek bir dil, birleştirici unsurların öne çıkarıldığı bir ortamla mümkündür. İslam´ın ?başkalarıyla yaşama kültürü? yeniden hayat bulmalıdır. Hiç kimseyi ötekileştirmeden ortak bir yaşam alanı sunabilmek İslam´ın ilk dönemlerinde gerçekleştiği gibi, yeni bir öze dönüşle tekrar mümkün olabilir. İslam şehirleri güven içinde yaşanılan yerlerdir; çünkü Müslüman elinden, dilinden emin olunan kişilerdir. Adalet de ancak emin kişilerden oluşan güvenli şehirlerde tesis edilir.

Yenilgi psikolojisinden kurtulmuş, kendine güvenen ve kendi öz değerlerini bugüne taşıyan bireylerin medeniyeti iddia sahibi olarak güçlü şekilde ortaya çıkabilir. İstiklalimizi ve istikbalimizi özgünlüğümüzde yaşayarak tarihe sahiplik edebiliriz. Bu bağlamda Yusuf Kaplan´ın; ?Müslüman yaşadığı çağla doğrudan asli, bütüncül ve gerçek bir ilişki kurmalıdır.? sözü yerinde söylenmiş bir çağrıdır.

İslam medeniyetinin bir vahiy medeniyeti olarak ?telif medeniyet? kategorisine girdiğine yukarıda değindik. Bu tespitten hareketle diyebiliriz ki; ümmetin fikri gelişmesi, vahiy ile aklın ortak hareket etmesiyle meydana gelir. Zihinsel, fikirsel ekonomik köleliğe karşı savaşarak,  kolektif bilinç oluşturabiliriz. Vahiy medeniyetini yeniden diriltilmesi de buna bağlıdır. Müslümanlar olarak şu ilahi ihtarı kulak ardı edemeyiz:

?Bir millet kendini değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez.? (Rad Süresi:11).

Bu ilahi hüküm, tarihin değişmez kanunudur; çünkü İslam ismiyle mucizeler yaratmaz, yeniden bir bütünleşme, arınma, silkinmeyle diriliş gerçekleşir.

 NOT: Yusuf KAPLAN´ın yazılarından faydalanılarak kaleme alınmıştır.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —