YOL…
Her sabah yollara düşerler; kar, kış, kıyamet demeden. Her sabah bıkmadan, usanmadan. Ders zili çalar bazen on bazen yirmi dakika sonra gelirler okula. Bahar ayları neyse de kış zamanları tipide zor olur. Ayaklarında yün çorap giyilmiş kara lastik üzerine naylon geçirilmiş kardan ıslanmamak için. Yedi kilometre uzaktaki Tecer Köyü’nden gelirken yorgun bitkin soba başında önce eller ısıtılır sonra öğretmene neden geç kaldıklarını anlatırlar.
“Bugün anam geç uyandırdı.”
“Öğretmenim sabah hayvanları köy çeşmesine götürdüm.”
“Uykuya dalmışım uyandığımda sabah altı olmuştu.”
Yanaklar ayazdan çatlamış, el derilerini soğuk kurutmuş, yüzleri kel, köy çocukları her gün bıkmadan usanmadan yürürlerdi okumak adam olmak için.
Toprak yollar resimlerdeki gibi önce büyür sonra daralır uzanır gider sanki ömür misali. Kangal dikenleri gözüne ilişir elini atarsın eline batar tutunduğu toprağı bırakmak istemez. Koparıp almak istersin canını yakar dostlarından duyduğun acı söz gibi.
Sonra ardı ardına mevsimler sıralanır. İlkbahar yaz, sonbahar kış olur hayat. Her mevsim bir şey öğrenirsin kimine yaz zor gelir kimine kış. Sana eziyet gelen yolculuk sefa olur Karaşar’a, Tutmaç’a, Tekke’ye yolcu taşıyan kalpaklı at arabacı Mahmut gibi.
Ömür biter yollar bitmez, ne yol tükenir ne yolculuk ta ki son durakta inene kadar…