ZEMHERİ
Toprak damlarımız daha bir güzel ısınırdı karlı akşamlarda. Sobada yanan tezeğin kokusu vururken naylonlu pencerelerimize, sessizce dinlerdik rüzgarın ninnisini. Ara ara elektrikler kesilir başlardı gaz lambası gölge tiyatrosu. Işık vuran duvarın karşısında ellerimizle kurt ve tavşan figürü eğlencemiz olurdu karanlık gecelerde.
Toni adında kara bir köpeğimiz vardı, hızlı hızlı dama çıkınca bilirdik ki canavar yaklaşmış. Ne yapsın hayvanlar onlarda av peşinde öyle ya kurt puslu havayı severdi. Tipide aç kalmak zor işte o sebepten yaklaşırdı iyice köye.
Sofada yanan tezek kokusu sarardı odalarımızı. Artık gece olmuş; yün yataklar serilmiş, ses verilirdi her odadan “Allah rahatlık versin”. Gecelerin zaruri göreviydi selamlaşarak uyumak.
Ben hep doğduğum evde rahat uyumuşumdur. Nedendir bilmem bölünmez uykularım, gördüğüm rüyayı kesintisiz yaşarım baba ocağımda. Bazı sabahlar evimizin önü kardan kapanırdı. Uyanınca sabah olmadı sanardık, pencere önlerini bile kapatırdı kar yığınları. Evimiz göl kenarında olduğundan olanca rüzgar savururdu gölden koparttığı kar yığınlarını. Rahmetli Cıngıllı Hasan er vakit uyanırdı kurulmuş saat gibi. Bir bakmışsın kürekle tünel gibi açmış kapı önünü, ahırın yanını. Malı davarı yemlemiş, köy çeşmesi suya götürmüş bile.
Hanemiz kalabalık, evimiz bereketliydi. Azla yetinir şükrederdik Tanrım verdiğin nimetlere. Sobada ısınan topak ekmek üzerine tereyağı, biraz çökelek, bir bardak kanttı sabah öğünümüz.
Komşuluk vardı insanlık vardı var oğlu vardı… Komşu komşunun külüne muhtaçtı. “Elif abla anam yolladı varsa bir soharıçlık salça, bir pişirimlik çay versin gelin, dedi” Zati utanacak ne vardı, herkes aynı kaderi paylaşmıyor muydu? Bu gün bana, yarın sana.
Öğleye doğru Gardaşlar tarafından kar savuran gelirdi, yara yara yolları. Ha babam girerdik makinanın altına bir keyif bir gülme, dersin Tomus vakti güneş ısıtıyor bedenini. Sırtımızda orlondan yelek, bacağımızda yamalı pantolon, ayağımızda Cızlavet içinde yün çorap işte kışlık kıyafet dediğin hepsi o.
Buz tutmuş göle köyün çocukları toplaşır, kızağı alan koşardı bir o yana bir bu yana. Gölde başlar bir yarış; Püşo, Oppo, Deli Halil’in Yücer. Mezarlığın ardından gözükürdü At arabacı Mahmut’un kızaklı arabayı çeken demir kır. Zamane taksisiydi dara düşmüşün, yolda kalmışın. Sağlık ocağına gelirlerdi kızaklı arabayla Karaşar’dan, Tutmaçtan.
Buz gibi havada terlenir mi? Biz terlerdik kızak kayarken. Zaten üşüsek bile bilirdik Güle anam terliği hazırlamış atmaca gibi eve gireceğimiz zamanı bekliyor. Abim önden beni yollardı. Ben eve girer girmez anam kapıda enselerdi beni “Gelll eşşek sıpası yine mi üstünü çamur ettin!”
Önce kafama bir terlik, sonra sayısını hatırlamadığım karamuk çalgısı darbeleri. Yen mi yemen mi. Temiz ısınırdım vesselam. Ne yapsın garibim fakirliğin gözü kör olsun elde yok avuçta yok. Bir parça sabun tozu yeter mi on nüfusa!
Kenan BENLİ