Ömer YILDIZ


BİR İSTİSMAR MESLEĞİ:DİLENCİLİK

Ömer YILDIZ yazdı...


Bir İstismar Mesleği: Dilencilik

Önce Sevgili Nebi’nin bir örnekliğini aktarıyorum:

“Ensar’dan bir kişi Hz Peygamber’e gelip geçimlik istemişti, aralarında şu konuşma geçti:

- Evinde bir şeyin yok mu?

- Bir kısmını örtündüğümüz bir kısmını serdiğimiz bir çul ile bir de su kabımız var.

- Onları bana getir.

Peygamberimiz adamın getirdiklerini açık artırmayla iki dirheme sattı. Parayı alıp dilenmeye gelen kişiye verdi ve “Bunun bir dirhemi ile yiyecek alıp ailene götür, bir dirhemi ile de bir balta satın alıp gel” dedi. Peygamberimiz baltaya bir sap takıp adama verdi ve “git, odun kes, getirip sat ve 15 gün gözüme görünme“ dedi. Adam 15 gün sonra 10 dirhem kazanmış, bir kısmıyla giyecek, bir kısmı ile de yiyecek almış olarak geldi, Peygamberimiz şöyle buyurdular: “Bu yaptığın senin için, dilenciliğin kıyamette alnında bir leke olarak gelip görünmesinden hayırlıdır. İsteme/dilenme ancak şu üç durumda caiz olur: Çaresizliğe düşürmüş yoksulluk, borca batmışlık ve acıtan tazminat (diyet) ödeme yükümlülüğü”.

Dilenci, her türlü ahlâki değerden yoksun, insanların duygularını sömüren, muhtaç olduğuna inandırmaya çalışan arsız birisidir. Bu nedenle sonda söyleyeceğimizi başında söyleyelim. Dilencilik; özellikle Ramazan ayı gibi manevi duygu yoğunluğunun zirve yaptığı günlerde ve sair zamanlarda, başta kutsal olan her şeyi ve merhamet duygusunun insafsızca istismar edildiği bir meslektir. Zahmetsizce para kazanmanın en basit yoludur. Bu kişiler; “dilenmekle günde bu kadar çok kazanıyorum neden çalışayım?” diyebilen yüzsüz, haysiyetsiz ve onursuzluk abideleridir.

Bu mesleği icra edenler usta bir psikolog gibi insanların merhamet ve zaaflarından faydalanırlar. İstismarın bir ucunda bu usta istismarcılar bulunurken diğer ucunda ise bedavacı ve ucuzcu zihniyetin temsilcileri durmaktadır. Sahici bir şekilde komşusu ve akrabası olan yoksulu doyurup giydirmekten imtina eden bu insanlar, çarşı ve pazarda gördükleri dilenciye verdikleri birkaç kuruşla vicdanlarını rahatlatmanın ucuz yolunu tercih ediyorlar.

Bizde yoksul denince, genellikle yolda ve ya bir köşe başında karşımıza çıkıp Allah rızası için sadaka isteyen veya kapımızı çalıp gözümüze soktuğu uyduruk bir raporla “hastam var, yetimim var” diye merhamet edebiyatı yapan veyahut mülteci olduğunu söyleyen dilenciler akla gelir. İsteyeni boş çevirmeme kültürü mucibince bizde bu istismarcıları boş çevirmeyiz. Bunun bir sebebi, dinin yoksullara yardım emridir. Bir diğer sebebi ise örftür. Zira kültürümüzde uzatılan eli boş çevirmek, büyük bir felaket ve musibet olarak anlatıla gelmiştir. Bir başka önemli sebep ise, az bir paha ile görev ve sorumluluğumuzu yerine getirmiş olmanın yaşatacağı psikolojik hazdır. Düşünsenize işimize yaramayan ama sadaka olarak verdiğimiz birkaç kuruş ile kazandığımız sevabın hazzını ve mutluluğunu yaşamak az şey mi?

 

Dinî ve örfî hassasiyetten kaynaklanan verme refleksi sayesinde üzülerek görüyoruz ki bazı insanlar, bizleri istismar etmektedirler. Bu istismarcılar medyadan öğrendiğimiz kadarıyla çok profesyonel ve örgütlenmiş vaziyettedir. Hatta bir tür mafyalaşmadan bile söz ediliyor.

Yoksula sahip çıkma, muhtaca yardım etme duygumuzu, artık daha fazla istismar ettirmemeliyiz. Her köşe başında karşımıza çıkan ve avuç açıp dilenen insanların, gerçekte yoksul olmadıklarının farkına varmalıyız. Meseleye uzatılan eli boş döndürmemek olarak bakmamalıyız. Kesinlikle bizim için bir değer ifade etmese de bu kişilere her hangi bir şey vermemeliyiz. Zira ‘damlaya damlaya göl olur’ deyişinde olduğu gibi, bu verilen küçük paralar ile ciddi servetlerin yapıldığını ve bu işin geçim kaynağı haline geldiğini müşahede ediyoruz. İlla ki bir şey yapacaksak, onları azarlamadan (Duha: 10) tuttukları yolun doğru bir yol olmadığını anlatmalı, ihtiyaçlarını gidermek için devletin sosyal yardım ve hizmet kurumuna başvurmasını tavsiye etmeli ve oralara yönlendirmeliyiz.

Dilencilerde pek çok dümen var ama ilaç almak bahanesi ile yolumuzu kesen birine reçeteni getir ilacını alayım demeliyiz; Ekmeğim yok diyorsa bir ekmek alıp vermeliyiz veya açım diyene bir kap yemek ikram etmeyi; yol param yok diyorsa, otobüs biletini almayı teklif etmeliyiz. Eğer karşınızdaki kişi, gerçekten ihtiyaçlı birisi değil de istismarcı ise, sizin bu tekliflerinizin hiç biri ona cazip gelmeyecek, bu makul tekliflerinizden rahatsız olarak bir an evvel yanınızdan uzaklaşmaya kalkacaktır. Bu bağlamda şu ilahi öğretiye kulak vermemiz gerekir. “Sadakalarınızı, kendilerini Allah yoluna vakfedip yeryüzünde çarşı pazar dolaşmayanlara veriniz. Bu kişilerin durumlarını bilmeyen, iffet ve dilenmemelerinden dolayı onları zengin sanır; sen onları yüz ifadelerinden tanırsın. İnsanlardan arsız bir şekilde istemekten kaçınırlar. Onlara ne iyilik yaparsanız, doğrusu Allah hepsini bilir.” (Bakara: 273)

İslamiyet dilenciliği, en son kazanç kapısı olarak ilan etmiş; kişi açlıktan ölme sınırına gelmişse, insanlara el açıp ihtiyaçlarını arz edebilirsiniz demiştir. Bunun dışında gerçekten muhtaç olmadığı halde insanlardan merhamet dilenmeyi, Allah’ın merhametinden mahrumiyetin sebebi saymıştır. Bu gibi kişilerin dilenme sonucu insanlardan aldıklarını, cehennemden bir ateş parçası saymıştır. Bu istismar mesleğini icra edenlerin karınlarını ateşle doldurduklarını beyan etmiştir. Dilencilik yapanın âhirette kapkara bir yüzle huzura çıkacağına, halkın gözü önünde onu rezil rüsvay ve perişan edeceğine de ayrıca işaret buyurmuştur.

El açıp dilenen kişiler arasında yoksul aramak, bu gibilere yardımda bulunmakla vazifemizi yaptığımızı sanmak yanlış bir düşünce olur. Çünkü gerçek yoksullar hayâ sahibidirler. Utangaçtırlar. Hallerini kimseye açamazlar. Sabırla Rablerine yalvarıp ondan yardım dilerler. İşte, mü’minlere düşen görev; bu gibi gerçek yoksulları bulup yardımına koşmaktır. Bu gibilere koruyucu aile olmaktır. Çocukları varsa, okumaları için yardım yapmaktır.

Aslında bu konu, bireysel bir çaba olmaktan çıkarılmalı ve kurumsallaştırılmalıdır. Resmi ve sivil yardım kuruluşları tarafından bölgelerindeki gerçek yoksullar tespit edilip, hamiyet sahibi yardımseverler oralara yardıma kanalize edilmelidir.

Yardıma muhtaç olduğunu öğrendiğimiz kişilerin, adını ve soyadını öğrenerek Valiliklerin ilgili birimine müracaatını sağlayabiliriz. Açık Kapı Projesi’nde kişilerin kimlik bilgileri ile yardım yapıldığı için hangi kişinin nereden yardım aldığı ya da almadığı ortaya çıkıyor. Çünkü bazı kişiler pek çok kurumdan yardım alarak yardım meselesini istismar edebiliyor. Sorun şu ki istismarcılar devletin her türlü sosyal yardım projesini biliyor ama haksız kazançtan imtina etmiyor.

Bu utanılacak ve yüz karası istismar mesleğinin yok olmasa da en aza indirilmesi için yapılabilecek basit bir yol olduğu kanaatindeyim. Diyanet İşleri Başkanlığı marifeti ile dilenciye verilen paranın bir hayrının olmayacağı, bunun bir sevap kazandırmayacağı ve istismara neden olduğu içinde zararlı olduğu yönünde bir politikanın oluşturulması ve bunun güçlü bir şekilde kamuoyuna deklere edilmesi iktiza eder. Ayrıca bu politikanın kanun ve kolluk güçleri ile desteklenmesi sayesinde sıkıntının önemli oranda giderileceğini düşünüyorum.

Son bir hatırlatma: Alış veriş yaptığımız bazı iş yerlerinin kasaya yakın bir yerinde, üstünde çoğu zaman adını sanını duymadığımız vakıf ve benzeri kuruluşlarının ismi yazılı küçük yardım kutuları görüyoruz. Dilenciliğin estetize edilmiş hali olan bu usul de son derce istismara açık bir uygulamadır. Buna rağmen söz konusu yardım kutularının, kamuoyunca bilinen yardım kuruluşlarından, vakıflardan birinin koyduğu tescillenmeli, şahsi insiyatif ve tasarruflara mümkün mertebe imkân verilmemelidir.

Hamiş: Çevresindeki gerçek bir yoksulu bilen veya bulan kişi, bu kişinin ihtiyaçlarının karşılanmasına aracılık yaparsa, bu işten kendisine de bir sevap vardır. Çünkü bir hayra sebep olan o hayrı bizzat yapan gibidir. Kim bir kötülüğe aracılık ederse onunda ondan bir payı vardır. (4/Nisa: 85)