İbrahim Balaban


Buhara´dan SİVAS´a III


Eylül 1944´de ilkokula başladım. Bilmediğim öğretmenler, öğrenciler, sınıf odaları ve sıralarını merak ediyordum. Nüfus cüzdanım ve vesikalık fotoğrafımla Sait Paşa Caddesinde eski bir okul olan Altıntaş Mektebi´ne annemle beraber gittik. Hatice Öğretmenim kayıt işlerinden sonra küçük sınıf odasındaki sıraların en arkasına beni oturttu. İlk gün çok çekingendim, sonraki günlerde biraz alıştım. Okuldan çıktığımda sevinçle koşarak Anneme ve Ablama okulda olanları anlatırdım.

Öğretmenimin bizlerle Anne şefkatiyle ilgilenmesi, düz ve eğik çizgiler çizdirerek ince bir defter sayfalarına, kara tahtaya tebeşir ile yapılanları benzetmeye gayret ediyordum. Babam çakısıyla atosmarka kalemimin ucunu düzgün konik şekilde açardı.Boynuma ince gırnapla (kendir ipiyle) astığım yuvarlak silgimi düşürmeden taşırdım. Birkaç hafta içinde çizgilerimin düzgün şekillenmesine alıştıktan sonra alfabe harflerini üçer beşer öğrenmeye başladım. Öğretmenimiz evde aynı şeyleri yapmamız için ödevler verirdi. Ertesi gün defterimi kontrol edince kırmızı kalemi ile sayfanın ortasına bir çizgi çekerdi. Harfleri öğrettikten sonra birleştirerek cisimlerin, anne, baba, kendi isimlerimizin büyük harflerle nasıl yazıldığını öğrendik. Okumayı ve yazmayı öğrenenler ön sıralara geçerdi. Üç ay sonra birinci karne alacaktık ama ben hala arka sıralarda oturuyordum.

Benden başka evimizde okul görmüş kimse yoktu. Fakat Babama askerlikte sadece imza atmayı öğretmişler, başka harf bilmezdi. Karnemdeki notlar herhalde orta ve zayıflarla doluydu, evde bana yardım edemiyorlardı, Babam karnemdeki özel yere sabit kalemiyle ağzında ıslatarak imzaladı.

Ertesi gün karneyi öğretmene teslim ettim, okula başlayalı dört ay geçmişti. Öğretmenim beni de ön sıraya oturtmak için tahtaya kaldırdı ve bana ? soba ? yazmamı söyledi. Ben de soba yazısındaki b harfini ters yazınca soda olmuş. Öğretmenimiz tekrar arka sıraya oturmamı istedi. Aradan bir ay daha geçince soba ve cisim isimlerini yazmayı iyice öğrendim. Burnum aktığında pratik olarak okul önlüğümün kol ağızlarını kullandığımın farkında değildim.   Okula geç kayıt olmuş Asım ve Kasım kardeşler ve mahallemizden Ahmet Abi sınıfın en küçüğü olarak beni, teneffüslerde omuzlarında gezdiriyorlardı. Hatice Öğretmenim kocasının eski gömleklerinden hazırladığı üç adet mendilden birini kullanmamı diğer ikisini de evde bulundurmamı istedi. Bu durumu Anneme ve Ablama anlatınca ablam bana kenarları testere dişi gibi olan süslü mendiller hazırladı. Böylece okul önlüğümün kol ağızları temiz kalmaya başladı. Okuldan ikinci karneyi alınca daha iyi seviyeye geldim. Altıntaş Mektebinde altı ay devam ettikten sonra karşı tarafta yeni yapılan İlkokula hep beraber taşındık. Taşınma işini bayram havası içinde şehir bandosu ile kutlayarak içindeşekerlemeler dolu kağıtfişekler verildi. Yeni okuldaki sınıfımıza girince kendimizi rüyada zannettik.

Okulumuzun adı Atatürk İlkokulu idi , müdür odası, öğretmenler odası, sınıflar, oyun ve merasim sahaları ve muhteşem Bayrağımızın kocaman direkte dalgalanışı, okul bahçesinde halı gibi dokunmuş zambaklar, güller, menekşeler, çimlerle göbekler yapılmış süs tepeleri, sarmaşıkla bezenmiş okulun çevre duvarları, demirden yapılmış iki adet büyük yağlı boyalı meşale şekilli kapılarıyla Sivas´ın en güzel okuluydu.

Taşındığımız gün sevinç ve şaşkınlıkla okul ve bahçesinde dolaşıp durduk. Okulun bahçıvanı Sivas´ın en tecrübeli, mert, dürüst ve disiplinli insanı olan Gazi Emmi idi. Okulumuzun ders zilini zamanında çalan Hüsne Hala çok güler yüzlü, anne şefkatinde olan birisiydi. Onun oğlu da bizim sınıfımızda olduğu için iyi arkadaş olduk. Annesi de beni çok severdi. Haftanın beş günü dersler öğleden evvel ve sonra devam ederdi. Cumartesi günleri öğlende ders bitince sevinerek evlere koşar oyun oynardık. Gazi Emmi bahçıvanlıktan başka,kel müdür Süleyman Beye yardımcı olurdu, öğrencinin bilekten elini sıkıca tutarak kızılcık sopasından elini çekmemesini sağlardı. O zamanlarda büyük yaşta okula başlayan ve yaramazlık yapan öğrenciler müdür beyin sopalarıyla elleri kabardıktan sonra sıralara otururlardı. Bir cumartesi okul tatili sonrasında eve giderken yüksek sesle seviniyordum, meğer kel müdürde dış kapıda çıkış nizamını sağlamak için bekliyormuş. Ben tam kapıya yaklaşınca ? Kim o yüksek sesle bağıran? diye sorunca, arkadaşlar haklı olarak gazaptan kurtulmak için beni gösterdiler. Neyse ki Müdürün yanında Gazi Emmi ve kızılcık sopası yoktu. Beni iki kulağımdan tutup aşağı yukarı su tulumbası kolu kullanır gibi canımı yakarak üç kere indirip kaldırdı. Allah rahmet etsin bütün öğrenciler, öğretmenler ve hizmetliler müdürden çekinirler ve görevlerini aksatmazlardı. Yalnız Gazi Emmiye dokunmazdı, zaten Gazi Emminin esas görevi bahçıvanlıktı ve işini en iyi şekilde yapardı. 1948 yılında bizim eve yakın ve ırmak kenarında annesiyle oturan yine Hatice isimli öğretmenimiz ile beşinci sınıfa başladık. Eğitim yılısona erdiğinde okuldan mezun olanların listesini, öğretmenlerin giriş yaptığı demir kapıya asmışlardı. Ben de ismimi aradım fakat bulamadım, eve gelip Anneme ve Babama söyleyince bana tepki vermemelerine şaşırdım.

1949 yılında tekrar beşinci sınıfa devam ettim. Benim fiziksel olarak ortaokula başlamamı öğretmen ve müdür uygun görmediğinden Babam ve Annemle konuşarak karar vermişler. Dolayısıyla sınıfta düşmüş oldum, sonradan öğrendiğimde nüfusa altı ay erkenden kayıt ettirdiklerinden görünüş olarak küçük olduğumdan dolayı çift dikiş yapmış oldum. İkinci yıl devam ederek pekiyi derece ile ilkokul diplomasını aldım. Annem ve Babam benim okula devam etmem gerektiğini söylemediler. Benim de rahatlamama sebep oldu, sınıf arkadaşım Mesut bana neden ortaokula başlamadığımı sorunca Kuran öğrenip hafız olacağımı söyledim. Mahallemizdeki Hatice öğretmenim de Annemi ikna edememiş.

On iki yaşımda Yağcı Sokağında oturan belediye zabıta memurunun eşi evinde çocuklara Kuran öğretiyormuş. Annem Beni de ona gönderdi kısa zamanda Kuran okumayı öğrendim ve aynı sokaktaki camide çocukken  ezan okuyarak müezzinlik yapıyordum. Kış ayları da olsa her sabah namazı için karlara batarak Annem beni camiye gönderirdi. Babam da bana o zamanki parayla haftada 25 kuruş vererek teşvik ederdi.

Dört ay sonra Dikilitaş Caminin imamı Sükutu Hocadan ders alarak Kuran okumamın ilerlemesine devam ettim. Sükutu Hoca Kurra Hafızı idi. Kuranı hatim ettirince Anneme un helvası yaptırıp kapaklı kırtişli sahan ile Hocamın camisinin yakınındaki evine giderek elini öptüm ve büyüklerimin selamını söyledim. Birkaç ay Sükutu Hocanın gözetiminde Kuran okumaya devam ettim. Mahallemizdeki yakın bir komşumuz benden dört yaş küçük oğlunu da aynı hocaya gönderiyordu. Aradan üç hafta geçti Sükutu Hoca bana daha derse gelme dedi. Sebebini anlamamıştım baktım ki komşumuzun oğlu aynı hocaya devam ediyor. Düşündükçe bir sebep bulamıyordum, meğer komşumuz oğlundan başka bizlere ders vermemesini söylemiş.

Ben de Paşa Caminde Kuran ve tecvit dersleri veren Emekli Albay Şevki Beye müracaat ettim. Şevki Bey Sivas´ta çok hafız yetiştirmiş saygı değer bir insandı. İlkokul diplomamı taktim ettim ve beni memnuniyetle kabul etti. O zamanlar henüz İmam Hatip Ortaokulu ve Lisesi olmadığını söyleyerek açıldığında beni o okullar için hazırlayacağını söyledi. Fakat yakın zamanda açılacak hali yoktu. Bir yıl kadar Kuranı tecvit ile harflerin ağız dil, diş ve boğazdan çıkışlarını öğretti. İkinci sene Hoca İmam Caminde Sarıkamışlı Hocanın talebesi oldum. Cüzlerin son sayfalarında ezberlemeye başlayarak her otuz cüzün de son üçer sayfalarını ezberlemiştim. Sarıkamışlı Hoca ticarete başlayıp görevden ayrılınca Kangallı Hafızda öğrenmeye devam ettim. Annem de benim durumumu öğrenmek için ders veren Kangallı Hafız Hocamdan hakkımda bilgi edinmeye geldi. Annem eve gittikten sonra Hocam beni çağırdı benim niçin Annemi üzdüğümü azarlayarak konuştu. 15 yaşıma kadar bu eğitime devam ettim fakat daha fazla ezberlemeyi ilerletemiyordum. Annemille  hafız olarak cami hocası olmamı istiyordu. Bir gün babamın dayısınınCirin Köyü Muhtarı Hacı Emmi misafirimiz oldu. Bana köylerine hoca olarak gelmemi istedi ve senede 28 ölçek buğday ile un, bulgur, mercimek verebileceğini söyledi. Annem, Babam ve Ben bir cevap vermedik, düşünmek için zaman istedik. Böylece ilkokulu bitirdikten sonra üç sene geçmişti. Mahallemizden Fılındırlıların oğlu Celal sanat okuluna gidiyordu. Yeşil şeritli okul şapkası kendisine çok yakışıyordu fakat o şapkayı giymek aklımdan geçmiyordu. Bir gün Babam Kılavuz´daki Fadik Emesine uğramış orada kızının dünürü olan öğretmen beyle sohbet etmiş. Fadik Eme dünürüne Hüseyin´ in bir oğlu İbrahim hafızlığa çalışıyor demiş. Öğretmen, Babama neden okullara üç senedir vermedin diye serzenişte bulunmuş. Babam gelip öğretmenin tavsiyesini anlatınca bir anda içimi sevinç kapladı. Fakat Babam Annemin razı olmayacağını söyledi. Ben bu duruma çok üzüldüm, Babamla konuşarak Anneme hiç laf etmeden Kılavuzdaki Fadik Emenin evine gittim ve okumak istediğimi söyledim. Annemden habersiz nüfus cüzdanımı ve ilkokul için var olan 4 adet vesikalık resmimi alarak Fadik Emeye gittim. Beni Kabak Yazısında olan Erkek Sanat Enstitüsüne götürdü. Müdür Muavini Osman Baysal´a velisi olarak kaydımın yapılmasını rica etti. Osman Bey bir sene daha geç gelseydin okula giremeyeceğimi söyledi. Elhamdülillah kayıt işlerini yaptı, Babama durumu anlatarak Annemden habersiz okula başladım. İki hafa sonra mecburen Anneme haber verdiğimde ağlaması dayanılmazdı. Kendisine Kuran okumayı ihmal etmeyeceğimi söylesem de yirmi gün benimle konuşmadı, fakat kararım değişmedi. Yavaş yavaş gönlünü alarak daha iyi olacak diye üzüntüsünü hafifletmeye çalıştım. İlkokulu bitirdikten üç yıl sonra normal sayıların bölme işlemlerinin yapılabilmesini bile unutmuştum. Sıra arkadaşım Hamdi den sorarak öğrendim. Birinci yarı yılda tam yedi dersten zayıfım vardı. İkinci yarı yılda çalışıp öğrenerek orta derece ile ikinci sınıfa geçtim. Meslek gurupları ikinci sınıfta belirleniyordu, Meslek belirleme gününde bizleri sıra ile atölyelere dağıtım için aldılar.  Atölye Öğretmeni beni sıcak demir atölyesinin sırasına koydu. Fakat Atölye Şefi Hasan Bey çok sert, öğretmen Hacı Saitli Mahmut Ayral´ında ondan ayrı kalır yanı yoktu. Bunları birinci sınıfta üçer aylık atölye derslerinde öğrenmiştim. Birinci sınıfta Sıcak Demir Atölyesinde, Marangoz Atölyesinde, Tesviye Atölyesinde iki buçuk aylık eğitimler görerek öğretmenleri ve dersleri yaşayarak tanımış oldum. Bundan dolayı yan yana atölyelerine yürüyen marangoz sırasına öğretmenin göremeyeceği kritik bir anda sıradan kaçarak marangoz sırasında yürümeye devam ettim. Atölyeye girdikten sonra Şefimiz Necati Bey isimlerimizin kaydını yaparak listeyi müdürlüğe verdi, artık korkacak bir şeyim yoktu. Atölye Şefimiz Necati Bey, Öğretmenlerimiz Kazım Kömürlüoğlu, Mehmet Dostoğlu, Hasan ve Mehmet Ustamızdan bize verilen ve istenen işleri yapmamızda hem teknik resimlerini, maliyet hesaplarını, malzeme cins ve miktarlarını zayi etmeden yapılması ve işin zamanında bitirilmesini öğrendik.

İkinci sınıfa başladığımda artık hiçbir dersten çekinmiyordum. Yeni öğrendiğim şeylerden kendime güven duyuyordum. Takriben bir buçuk ay sonra toprak bacalı evimizde dedelerimizin kardeş olduğu ve babalarımızın amca oğlu olan İbrahim Balaban´ın  Sivas Cer Atölyesi VagonajŞubesinde usta olarak çalıştığını öğrendim.  İkinci kızı 1 Eylül 1939 doğumlu Rabia Balaban yanına en küçükleri olan Gülizar´ı da alarak evimize geldi. Matematik dersinden oran ve orantı konusunu benden anlamak istemiş. Oran ve orantı konusunu unutmayacak durumda Kılavuz Mahallesindeki evlerine geri döndüler. Ben de sanki yardımcı olmak amacıyla matematik derslerini bahane ederek haftada en az bir defa ziyaret ederdim. (1954 senesinde başlayan bu ilgi giderek arttı ve önce 24 Şubat 1961 tarihinde resmi nikah yaptık. 24 Ekim 1964 tarihinde evlendik. Oran-orantıdan sonra ümitle, inanç ve azimle 10 yıllık geçen zaman.)

İkinci ve üçüncü sınıflarda iftihar listesine geçtim, rahmetli okul müdürümüz Şekip Özsoy´un merasimle imzalı verdiği coğrafya atlası hediyesini alınca çok gururlanmıştım. Türkçe Öğretmenimiz Kadri Özyalçın´ı, Matematik Öğretmenimiz İsmail Bali´yi, bazılarına efendi sen adam olamazsın ama bu memlekete hamal da lazım diyen Fizik Öğretmenimiz Sıtkı Gürcan´ dan çok şey öğrendik.

Türkçe Öğretmenimiz Kadri Özyalçın´dan çok çekinirdik, Dil Bilgisinden yıldırım müzakereleri yapardı. Dört kere yaptığı bu müzakerede bilirsek  2.5 not, bilemezsek sıfır aldığımız sözlü imtihanlar yapardı. Sadece bununla da kalmazdı ceketinin cebinden çıkarttığı kara yılan ismini verdiği vantilatör kayışı onun devamlı taşıdığı caydırıcı aletiydi. Ayrıca hak eden öğrencileri parmaklarıyla 100, 250, 500 gramlık darbelerle başlarına vurarak cezalandırırdı. Bizlere müsamereye hazırlamak için müzik öğretirken, mükemmel derecede keman ve ud müzik aletlerini çalardı. Kıpkırmızı olan yüz rengi sapsarı olurdu. Hele kemanla tuna dalgalarını çalarken kendinden geçerdi. Okul tiyatrosu eğitimi verdiğinde bana Doktor Behçet rolünü vermişti.

        Matematik Öğretmenimiz İsmail Bali tahta cetvel veya gönyenin kenarlarıyla yanlış yapanların başlarına vurunca epeyce haşeratı yok ederdi. Bütün öğretmen ve ustalarımızdan aşırı disiplin içerisinde çok şey öğrendik ve yaptık.

        Okul idaresi, üçüncü ve dördüncü sınıfa geçmiş öğrencilerden seçmeler yaparak benim ismimi Milli Eğitim Bakanlığına bildirmişler. Dördüncü sınıfa devam ederken şubat tatilinin ilk günlerinde Müdür Muavini Osman Baysal beni okula çağırdı. Bana Milli Eğitim Bakanlığı Edirne Erkek Sanat Enstitüsüne yatılı göndermek istiyor diyerek gitmek isteyip istemediğimi sordu. Ben de memnun olarak gitmek istediğimi söyledim. Acele devlet hastanesinden sağlık raporu almamı ve şubat tatili bitince eğitimime Edirne´de devam edeceğimi söyledi. Eski bir bavuluma okuldan aldığım resmi evraklarımı, kitaplarımı ve giyeceklerimi yerleştirip hazırlandım. Tren ile ilk defa İstanbul Haydar Paşa İstasyonuna ulaştım. Vapurla Sirkeci tarafına geçtim, yürüyerek Sirkeci Tren İstasyonuna vardım. İkinci mevki İstanbul-Edirne öğrenci biletimi alarak uzun yolcuktan sonra akşam karanlığında Edirne Karaağaç İstasyonuna vardım. Aynı kompartımanda beraber yolculuk yaptığımız subay eşi bir bayan ve küçük çocuğu ile beraber Karaağaç İstasyonunda indik. Bayan, bir faytona binerek beni de şehre bırakabileceğini söyledi. Şehre varınca bir otelin önünde beni bırakarak vedalaşıp gittiler. Otelin odasında üç yatak vardı ve ben tek kişi olarak kocaman odada yalnız kaldım. Bana yabancı olan bu şehirde garip bir duygu ile yorgun ve uykusuzluğumla sabah güneşinin odaya girmesiyle telaş ile heyecanla otelden ayrıldım. Okulun yol tarifini öğrenip elimdeki bavulla yürüyerek 45 dakikada vardım. Okul İdaresine teslim ettiğim zarftan başka resmi yazılar da ben gelmeden Ankara´dan Edirne´ye ulaşmış. Bana sınıfımı yatakhanemi, küçük asma kilidi olan ahşap dolabımı verdiler. İçine kırtasiyemi, oradan verdikleri kışlık palto, gömlek, çamaşır, bir takım lacivert elbiseyle ayakkabımı yerleştirdim. Yeni ve yarım dönemden sonra okula başlayan öğrenci olarak tedirgin oldum. Tedirginliğimi Fizik Öğretmenime anlattım, bütün dikkatimle dersleri takip ediyordum. Ders mütalaa sınıflarında azimle derslerime çalışıyordum. Rizeli Marangoz Atölye Şefimiz Zekai Bey çok babacan bir insan, Türkçe Öğretmenimizin kocası başka lisede öğretmendi, üç yaşında oğulları vardı. Atölye Şefimizden evindeki sehba ve sandalyelerin cilalanmasını rica etmiş Şefimiz benimle Manisalı Nuri Türyan´ı evlerine gönderdi. Bizim işlerini yapmamızdan memnun oldukları için bana ve arkadaşıma çok yakınlık gösterdiler. Sınıfımızda 24 öğrenci vardı herkes farklı şehirlerden gelmişti. Manisalı Nuri ile sınıfta ve atölye derslerinde beraber oturuyorduk, verilen işleri herkes kendisi yapıyordu. Nuri´nin büyük dedesi Sivas´tan Manisa´ya gitmiş ve orada akrabaları olduğunu söyledi. Soyadının Kömürlüoğlu olduğunu söyleyince benim öğretmenim Kazım Kömürlüoğlu´ndan bahsettim ve bu aileleri kaynaştırmış oldum. Nuri Türyan ile Yıldız Teknik te beraber okuduk o mimar oldu ben sırasıyla 1 yıl maden, 1 yıl mimar ve 3 yıl inşaat mühendisliğinde okudum. Her branştan öğrendiğimle hayatta çok fayda gördüm, hepsi ayrı ayrı  uzun bir hikayedir. Sırası ve senesi geldikçe yazılarımda yer vereceğim.

         Edirne Erkek Sanat Enstitüsünde derslere başlayınca Fizik Öğretmeni şubat sonunda bir imtihan yaptı ve neticesinde benim endişe etmemin gereksiz olduğunu söyledi. Seviyemin diğer başarılı öğrencilerden az olmadığını anladım. Yatılı okulda yarım sömestr devam ettiğim ilk ay Sivas´tan ayrıldığıma çok üzülmüştüm. Yorganı başıma çekip ağlayarak neredeyse geri dönmeyi bile düşünmüştüm. Zar zor bir ayı tamamlayınca alıştım ve başarılı olduğumu ve çeşitli şehirlerden iyi arkadaşlarım ve öğretmenlerim ve atölye şefimden gördüğüm ilgi beni geri dönmekten vaz geçirdi. Beşinci sınıfa kazasız belasız, sabır ve azimle geçtim. Sivas´ta yaz tatilimde Lütfü Başakar´ın marangoz atölyesinde staj yaptım. Orhan Usta ile kapı, pencere yapım işlerinde çalıştım. Lütfü Başakar´a bir müşteri ceviz malzemeden lükens stili açılır kapanır, gomalak cilalı 12 kişilik yemek masası siparişi vermiş. Bana bu işi yapıp yapamayacağımı sordu ve yapabileceğimi söyledim. Önce teknik resmini çizdim, ebatlara göre malzemeyi hazırladım. Montajını yapıp cilalayıp teslim ettim ve staj defterimi memnuniyetle imzalatarak Edirne´ deki okul müdürlüğüne verdim. Dördüncü sınıf stajımı da başarıyla yapmış oldum. Üç aylık yaz tatilimi çalışarak Sivas´ta geçirince Edirne´yi çok özledim, severek devam edeceğim beşinci sınıfıma kavuştum.