İbrahim Balaban

Tarih: 08.12.2018 13:39

Buhara´dan SİVAS´a V.Bölüm

Facebook Twitter Linked-in

1958 Haziran ayında Nuri ile merak ettiğimiz tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşlerini seyretme şansımız oldu. Güreşler Edirne´nin Sarayiçi Semtinde düzenlenen ata sporumuzun bir kısmını ve çeşitli eğlenceler tertip edenleri açık hava sahnelerinde izlemiştik. Bu gösterileri tekrar izlemeden 14 Haziran 1959 Pazar günü okulda mevcut arkadaşlarla vedalaşarak bavulumla faytona bindim. Nuri ile şehir içini gezdiğimiz vakitlerde, vitrinlerine baktığımız iki taraflı dükkanların arasındaki parke taşlı yoldan geçerek Tuna Nehri Köprüsünü ve Meriç Nehrinin üzerindeki nizamiye kontrol kuleleri olan Taşköprüden geçtim.

Lozan Caddesini takiben ve Karaağaç Caddesine devam eden parke taşlı, iki tarafında sıralı dizilmiş yola gölgelik yapan ağaçların arasından geçerek Karaağaç Tren İstasyonuna geldim. Edirne-İstanbul (Sirkeci) seferine hazırlanan trenin, ikinci mevki vagonunda koltuk numaramın bulunduğu kompartımana oturdum. Tren hareket edip yol alırken bir müddet sonra Yunanistan´ın Pityon İstasyonunda durdu.  Trene Yunanlı bilet kontrolü yapan memurlar da bindi. Onlar da biletime baktılar ve sonraki istasyonda trenden indiler. Meğer demiryolu Türk topraklarından geçerken güzergah olarak Yunan topraklarına girip çıkıyormuş.

Tabii Yunanlı memurları görünce biraz şaşırmıştım. Gerçi Edirne´ye gidiş gelişlerimde Pityon İstasyonundan altıncı geçişim oluyor. Herhalde önceki yolculuklarımda düşünceli ve telaşlı oluşumdan, dikkatimi pek çekmemişti. Her istasyonda yolcu için duran tren takriben beş saat sonra Sirkeci Tren Garına vardı. Sirkeci-Haydarpaşa- Kadıköy seferi yapan yolcu vapuru ilk durağı olan Haydarpaşa Tren Garına yolcu indirdi. Marmara Denizinde hava hafif esintili rüzgarda uçuşan martıların sesleri ile vapurdaki birkaç kişinin ellerindeki simitlerle martılara ikramla devam eden  deniz yolculuğum sona ermişti. Çok heyecanlıydım, gelecek zaman bana ne gösterecek bilmiyordum. İstanbul´da yaşadığım bu kısa saatlerde şehir, dünyanın her yerinden farklı insanların ve benim de içinde bulunduğum kozmopolit yaşam çok hareketli haldeydi. Kimi vapurdan iniyor, kimileri binmek için bekliyor. Telaşlı, endişeli koşuşturmalar içinde olan birbirlerine yabancı gözüyle bakan insanlar. Kimse kimsenin umurunda olmadığı sanki egoizmin kalbinin attığı yerdeydim.

Kendimi fazla dağıtmadan bilet gişelerinde sıraya girdim. Haftanın Pazar ve Perşembe günleri İstanbul- Erzurum seferi yapan Doğu Ekspres Treni için ikinci mevki bilet aldım. 14 Haziran 1959 Pazar günü saat 23:00 de hareket edecek trendeki numaralı koltuğa yarım saat önceden oturdum. Kompartımana beş kişi daha geldi onlar da Erzurum´a gidiyorlarmış. Yolculuk devem ederken çok hoş sohbet eden bu kişilerin samimi konuşmaları, şakalaşmaları ve yörelerine mahsus şiveleriyle neşeleniyorduk. 36 Saat süren bu yolculuk uyur uyanık bir halde devam ederken hangi istasyonda olduğumuzuda  yiyecek, içecek satıcılarından öğreniyorduk. Nihayet akraba kadar yakınlık hissettiğim yolculuk ahbaplarımla vedalaşarak 16 Haziran 1959 Salı günü saat 11:00 de trenden indim.

Önce istasyonda dört tarafında tatlı su çeşmesi olan mermer şadırvandan kana kana su içtim. Elimde bavulumla yürüyerek ve Sivas havasını ciğerlerime doldurarak 30 dakikada Ferhatbostan Mahallesi, Sait Paşa Caddesi, Çıkmaz Sokak 143 Numaralı üzerinde loğ taşı olan toprak bacalı, kerpiç duvarlı, dışı saman karışımlı çamur sıvalı, iç odaları da saman karışımlı çamur sıvalı ve üzeri birkaç kat kireç badanalı evimize geldim. Evimizin üç odası vardı, odanın birinde yük kemeri dediğimiz yatak, yorgan, yastık istif ettiğimiz kapaklı dolap vardı. Odalarda üzerinde örtü ve minderleri olan tahtadan yapılmış makat dediğimiz bir adet kanepe vardı. Mindere oturunca ot yastıklara sırtımızı yaslardık.  Küçük kapısı olan mutfakta yemek pişirilir, ihtiyaç halinde çamaşır yıkanır ve banyo da yapılırdı. 1959 Ağustos ayının başında ancak evimize elektrik alabilmiştik. Bu zamana kadar sofra tahtamızda hem bir leğençeden tahta kaşıkla yemek yerdik. Sofra bezini, dışarıya silkeleyip, tahtayı nemli bezle sildikten sonra ders çalışma ve ödev yapmak için kullanırdım. Bütün bunları diz çöküp eğilerek yapardım. Akşamları beş numara şişesi olan gaz lambasını sofra tahtasından biraz yüksekçe olan ot yastığın üzerine koyardım. Ders ve ödevlerimi bitirince gaz lambasını duvardaki özel yerine asardım.

          Eve gelince Babam,  Annem, Ablalarım ve akraba kadar yakın olan komşularımız göz aydınlığı verip hoş geldin sefa getirdin diyerek güler yüzleriyle hal ve hatırımı sordular. Yeğenlerim bana dayı dedikleri için komşularımızın bütün çocukları, gelinleri, kızları da Dayı diye hitap ederlerdi. Komşularımızın çocukları arasında ufak tefek geçimsizlikler olunca benim sokağa girişimi beklerlerdi.

Şikayetlerini beni görünce sıralamaya başlarlardı, ben de onlara mahallenin Dayısı olarak nasihat eder ve onlardan söz alırdım. Evde iki gün dinlendikten sonra Yıldız Teknik Okulunun giriş imtihanlarına hazırlanmam gerekiyordu.

20 Ağustos 1959 tarihinde öğrenci olduğumdan her sene tecil ettirdiğim askerlik görevim için Sivas Askerlik Şubesine gittim. Önce Askerlik Şube Başkanı Yüzbaşı ve heyeti Nüfus Cüzdanıma öğrenci olduğundan ertesi yıla S.T/465 35/c ye göre terk şerhi ile mühürleyip imzaladılar. Sanat Enstitüsünü bitirdiğimi anlayınca bana kızgın bir tavırla mühürleyip imzaladıkları sayfayı kırmızı kalemle çapraz çizerek iptal etti. Bitişik sayfaya yedek subay yetiştirilmek üzere kısa hizmetli kararını yazarak göğsümü ıslatıp sabit kalemle boy:167, ağırlık:65, göğüs:78-90 sağlam yazarak nüfus cüzdanımı yeniden mühürleyip heyet olarak imzaladılar. Bu durumda ya Yıldız Teknik Mühendislik imtihanını,   Ankara Teknik Öğretmen Okulunu ya da Tekniker Okulu imtihanlarından birini kazanırsam okul idaresinin resmi yazısı ile öğrenciliğim tasdik edilirse askerliğim tecil edilebilir dediler. Yani her yıl öğrenci olduğumu belirten resmi yazının Sivas Askerlik şubesine bildirilmesi gerekiyormuş. Şayet bu imtihanları kazanamaz isem 1959 Ekim ayında askerlik görevine başlamam gerekecekti. Askerlik görevi benim için en kutsal ve şerefli bir görevdir fakat eğitimde kaybettiğim üç yılın ardından yüksek tahsil yapma emelime kavuşmak istiyordum. Bu ruh hali ile önceki zamanlarda çıkan soru kitapçıklarıyla kendimi imtihanlara hazırlıyordum.

Dayım bana gece tekniker okuluna gitmemi, gündüzleri de harçlığımı çıkartmam için çalışmamı tavsiye etti. Fakat benim tek amacım ve hevesim mühendis olmak idi. Bu arada tekniker ve teknik öğretmen okullarının imtihanlarına girmedim. Tek ve kritik olan Yıldız Teknik Mühendislik imtihanı kalmıştı. Her gün stres, azim ve dualarla hazırlandığım üç aşamalı imtihanlardan birincisine Sivas Erkek Sanat Enstitüsü sınıflarında girdim. Bu imtihanda sorulan matematik ve diğer sorular için ter dökerek yanaklarım al al sınıftan dışarı çıktım. Dışarıda arkadaşlarla neticeleri karşılaştırırken herkes farklı netice belirtiyordu. 1959 Ağustos sonunda ilan edilen imtihanda başarılı olduğumu öğrendim. Diğer iki ayrı imtihanın,İstanbul Yıldız Mühendislik Okulunda yapılacağını öğrendim. İstanbul Zeytinburnu´na tekstil işlerinde çalışmak üzere giden karşı komşumuz Medine Abla, Kızı Abide Abla ve damadı Kayserili Ali Abi beni evlerinde misafir ettiler. Medine Abla ve Kızı Abide Abla üzerinde annemin çok emeği olduğu için beni de kendi ev halkından birisi gibi karşıladılar. Her gün sabah Halkalı Sirkeci Banliyö Treni ile İstanbul´a gidiyordum. Üç gün Beyoğlu´nda teknik hazırlık dersleri veren dershaneye gittim. Dördüncü gün Yıldız Teknik Okuluna gittiğimde orada mimarlık öğrencisi Ahmet Tuna´yı gördüm.

Bana, Ahmet Karadeniz Hocanın matematik dersi verdiğini söyledi. Ahmet Karadeniz Hoca hem Yıldız Teknik Okulu Yöneticisi hem de Yüksek Matematik Hocası olduğunu söyledi. Dört gün inşaat mühendisliği sınıfında kritik olan bazı problemlerin çözümünü öğretti. Ben ayrıca çeşitli soru ve çözümü olan kitaplardan faydalanıyordum. 07 Eylül 1959 Pazartesi günü sabah saat 7:00 de banliyö treni ile Zeytinburnu İstasyonundan Sirkeci´ye giderken ayakta hep denizi seyrederken kendimde bir rahatlık ve zihnimde berraklık hissediyordum. 43 nolu Aksaray-Yıldız Belediye otobüsü ile okulun önündeki durakta indim. İkinci imtihan için saat 08:00 de Elektrik, Makina, Harita Mühendislik yeni binasının girişinde sıra olduk. Sınıf sıralarında teker teker oturarak gözlemci hocaların dağıttığı imtihan soru kitaplarını aldık ve saat 09:00 da cevaplamaya başladık. Sorular matematik ve geometri ağırlıklı idi, cevaplamadan evvel soru kağıdına bakarken biran yapamaz isem askere gideceğim ve üniversite hayalim sona erecek diye düşündüm. O an berberin seyrek taraklı makasıyla azaltarak tıraş ettiği saçlarımın yağmur gibi düşerek soru kağıdını kapladığını gördüm. Kendimi sonu ölüm değil diyerek teselli ettim ve dökülen saçlarımı elimle temizleyip soruları çözmeye başladım.

9 Eylül 1959 Çarşamba günü ilan edilen imtihan neticesine göre, 10 Eylül 1959 Perşembe günü son imtihana girmeye hak kazanmıştım. Perşembe günü yine saat 08:00 de bina girişinde sıra olup, sınıflardaki yerlerimize oturduk. Bu imtihanda da masa üzerinde su sürahisi ve yanında su bardağı olan resmin önden, yandan, üstten görünüşünü ve perspektifini serbest el ile çizmemizi istediler. Yanaklarım al al sınıftan çıkmıştım ve neticeyi beklemekten başka yapacak bir şeyim yoktu.

14 Eylül 1959 günü imtihanı kazananlar listesinin güvenlik girişindeki camlı panolarda ilan edildiğini öğrendiğimde saat 13:00 idi. Galata Köprüsünde 50 kuruşa çeyrek ekmek arası yağda kızarmış palamut balığı yiyordum. Elimdeki lokmaları yiyerek Karaköy-İstiklal Caddesi arasındaki tünelde çalışan tekli vagona 3 kuruşluk öğrenci tramvay jetonu ile İstiklal Caddesine ulaştım. Yaya olarak çok hızlı yürüyüşümle Beyoğlu Caddesi,  Taksim, Maçka, Akaretler, Beşiktaş, Ihlamur Deresi, Yıldız Posta Caddesinden ilan panolarının önüne takriben 1,5 Saatte geldim. İlan panolarının önü durumlarını öğrenmek isteyenlerle doluydu. Kalabalık arasından fırsat buldukça ilerleyerek ilanları görecek kadar yaklaştım. İsmimi bulduğumda sanki dünyalar benim olmuştu, göz yaşlarımı akıtarak alemlerin yaratıcısına hamd ettim. Kazandığım mühendislik dalı maden mühendisliği idi.

Bu benim tercih yaptığım sıralamanın en başındaydı. Tercihimin sebebi 1958 yılının Şubat tatilinde Hasan isimli Balıkesirli bir arkadaşım mezun olduğu Yatılı Edirne Erkek Sanat Enstitüsü öğrencisi olarak öğretmenlerini ziyarete gelmişti. Resim hanede öğretmen ve etrafını çevreleyen arkadaşlara Zonguldak´taki Maden Mühendisliğini, yurtlarını okul idaresini, talebe birliğinin yardımlarını anlatarak bizlere de tavsiye etmişti. Neticeyi öğrenir öğrenmez yaya olarak Yıldız´dan Sirkeci Tren Garına nasıl geldiğimin farkında olamadım.

Medine Ablaya, Abide Ablaya, Ali Abiye müjde verdiğimde çok sevindiler. Fakat Medine Ablaya yarın Sivas´a döneceğim sonra da Zonguldak´ta okuyacağım dediğimde çok üzüldü. Benim İstanbul´da tahsil edeceğimi ve onlarla çok sık görüşeceğimi düşünüyordu ama ne yapalım, inşallah yine görüşürüz diyerek teselli ettim. Ertesi gün trenle 36 saat süren yolculukla Sivas´a döndüm.

Ailem, akrabalarım, arkadaşlarım Sivas´taki öğretmenlerim beni tanıyanlar sevincimi paylaştılar. Yalnız Babamın amcaoğlu bana keşke inşaat mühendisi olsaydın dedi. O zaman içim burkuldu fakat maden mühendisi olacaktım. O tarihte benim kızıyla evlenmek istediğimi onun bu konuyu bilemediğinden damadı olacağımı düşünemiyordu. Ne de olsa kız babasıydı, ziyaretine gittiğim evinde hoş geldin, yeğen efendi dedi.

 

 

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —