Edirne Erkek Sanat Enstitüsünden mezun olduktan sonra Sivas´tan Zonguldak´a trenle ilk defa gidişimle ilgili yolculuğuma değinmeden evvel, beni aşırı derecede yoran ve strese sokan 34 günümü sıralamak isterim.
1- 20 Ağustos 1959 tarihinde Sivas Askerlik Şubesinde askere sevk edilmem için karar alındı.
2- 24 Ağustos 1959 tarihinde Sivas Erkek Sanat Enstitüsü binasında Yıldız Mühendislik için 1. Kademe imtihanına giriş
3- 07 Eylül 1959 tarihinde İstanbul Yıldız Teknik Mühendislik binasında 2. Kademe imtihanı
4- 10 Eylül 1959 tarihinde İstanbul Yıldız Teknik Mühendislik binasında 3. Kademe imtihanı
5- 14 Eylül 1959 tarihinde Maden Mühendislik Bölümünde okumaya hak kazandım.
6- 15 -17 Eylül 1959 tarihleri arasında 36 saatlik İstanbul´dan Sivas´a tren yolculuğu
7- 22 Eylül 1959 Salı günü akşam treni ile Sivas-Kayseri-Irmak-Çankırı-Karabük-Zonguldak´a 16 saatlik yolculuk
8- 23 Eylül 1959 Çarşamba günü saat 10:00 da Zonguldak Garına varış
İstasyondan yürüyerek, adres sora sora Zonguldak´ın yüksek tepesinde Fener Mahallesi Semtindeki, mimari görünüşü çok hoşuma giden Maden Mühendislik Binasına elimde bavulum, sırtımda gömleğimin üzerinde giydiğim Milli Eğitimin verdiği lacivert paltomla Müdür Muavini Can Hocanın çalıştığı odaya girdim. Nüfus cüzdanımı, istenilen evrakı ve fotoğrafımı vererek kaydımı yaptırdım. Can Hoca, Okul yurdunun yatakhane ve yemekhane sorumlusu Talebe Birliği yetkilisine yurda yerleşmem için talimat verdi. Hoca beni palto ile karşısında görünce bir gariplik olduğunu sezmişti. Ben de hocama tren yolculuğumda başımdan geçenleri anlattım. Hocama Sivas´tan bana evimizdeki kahverengi takım elbisemi gönderecekler. Elbise gelinceye kadar derslere palto ile girmeme müsaade etmesini söyledim. Beni teselli ederek bundan sonra paramı ve önemli şeylerini pantolonumun yan cebinde muhafaza etmemi söyledi. Okul yemekhane ve yatakhanesine herhangi bir ödeme yapmayacağımı ve ayda 30 lira harçlık vereceklerini söyledi. Sorumlu kişi beni idare bina sahasındaki yurda yerleştirdi.
Sivas Tren Garına beni uğurlamaya gelen dayım, ablalarım, yeğenlerim, kardeşim, annemin bazı ahbapları ve ablası ile gelen sevdiğim kişi ile vedalaşarak tren hareket edinceye kadar heyecanım sevincim devam etti. Kompartımandaki yerime oturunca Turan Dayımın sanayici bir arkadaşı ile tanıştım o da Karabük´e gidiyormuş. Tren Kayseri´yi geçince hangi istasyonda bindiğini bilmediğim tahminen 40-45 yaşlarında bir kişi de dayımın arkadaşının yanına oturdu. Birbirlerine mesleklerini anlatıyorlardı, adam kendinin Karabük´te atölyesi olduğunu ve torna işleri yaptığını söylüyordu. Koyu sohbetleri samimi bir şekilde devam ederken, benim uykum ağırlaşınca lacivert ceketimi çıkarıp astım. Kapı tarafına başımı yaslayıp paltomu üzerime örttüm. Ceketimin cebinde tren biletim, dolma kalemim ve bir miktar param vardı. Nüfus cüzdanımı ve kayıt evraklarımı biz zarf içerisinde bavuluma koymuştum. Trenin sarsması yorgunluğumun da etkisiyle koyulaşan uykum arasında kendini tornacı ustası olarak tanıtan adam herhalde dayımın da arkadaşının gözlerinin kapandığının farkına vararak benim kulağıma eğilip tuvalete gitmek için ceketimi sırtına almayı teklif etti. Ben de uykulu olarak herhangi bir olumsuz bir şey düşünmeden olur dedim. Tren Çankırı İstasyonundan hareket edeli bir saat olmuştu. Uykudan uyanıp koltuğa oturduğumda, Karabük yolcusu torna atölyesi sahibi adam kompartımanda yoktu. Dayımın arkadaşına adam ceketimi alıp tuvalete gitmişti hala niye gelmedi diyerek sordum? Bana bilmediğini söyleyince vagondaki tuvaletlere baktım ama adam yoktu. Şaşkın ve üzüntülü bir durumda kompartımana döndüm ve adamın hırsız olduğunu ve ilk istasyonda indiğine kanaat getirdim. Gücüme giden bu derecede vicdansız hırsızın yaptığı iş benim çaresizlik içinde kalmama sebep oldu. Hem ceket, cebimdeki bilet ve bir miktar param da gitmişti ister istemez gözlerimden inen yaşlar yanaklarımı yıkıyordu. Çankırı İstasyonundan binip Devrek´e giden iki yolcu ve Dayımın arkadaşı istemediğim halde zorlayarak toplam 30 lira verdiler. 20 dakika sonra Kondüktör biletler kontrol diyerek elindeki zımba pensesini cama vurdu. Benden başka diğerleri biletlerini uzatarak kontrol ettirdiler. Ben başımdan geçenleri anlatıp biletimin olmadığını söyledim. Kondüktör benim için yakın yerden binmişim gibi bir bilet tanzim etti.
Dayım, kızı Nurten´e Kuran öğretip hatim yaptırırsam bana takım elbise sözü vermişti. Bedensel olarak biraz daha gelişeyim diye iki sene sonra terzi Hüseyin Amcaya söyleyip koyu kahverengi kumaştan takım elbise ile beni sevindirmişti. O elbiseyi evde bırakmıştım. Dayımın arkadaşına Sivas´a dönünce durumu Dayıma anlatmasını ve evdeki elbiseyi PTT kargosuyla bana göndermesini rica ettim. Hemen hemen bir ay sonra ceketle sınıfa girmeye başladım.
Sınıftaki sıra arkadaşım Niğde Bor´dan Ferhat İlk idi. Arkadaşım zeki, dürüst, mesuliyet sahibi ve çok çalışkan bir kişiliği vardı. Derslere birlikte çalışarak daha iyi anlamaya gayret ederdik. Sınıfımızda İzmitli Refik, Mersinli Tekin Adanalı Abdullah, Kahramanmaraşlı Kadir, Hataylı İzzet samimi arkadaşlarımdı. Pazar günleri Fener Mahallesinde gezerek çok yüksekten Kara Denizi ve gün batımını seyrederdik. Dalgaların kayalara çarpmasıyla oluşan deniz suyu basıncı ile meydana gelen sesleri 200 metre yüksekliğe kadar oluşmuş erime boşlukları deliklerinden hava seslerini dinlerdik. Refik arkadaşım İzmitli Kız arkadaşına çok uzun mektuplar yazmasıyla öğünürdü ve sayfaları artırdıkça daha da romantikleşiyordu. Tabi böylece derslere de konsantrasyonu azalıyordu. Ne kadar nasihat ettiysem fayda vermedi ve birkaç ay sonra okuldan ayrıldı. Güneşli bir Pazar günü Refik, Mersinli Tekin, Abdullah, Kadir ile beraber Fener Semtinin denizle buluştuğu yerde yüzmek istedik. Refik´in omzundan tutarak kısa bir müddet denizde yüzdükten sonra çıktım, diğerleri yüzmeye devam ediyorlardı. Önceleri deniz gayet sakin ve dalgasızdı, aradan bir saat geçince denizde dalga gittikçe artmaya başladı. Tekin´e hadi çık artık yeter dedimse de artistik hareketlerle yüzmeye devam etti ve ben deniz çocuğuyum dedi. Aradan 15 dakika geçmesine rağmen Tekin bir türlü sahile çıkamıyordu ve devamlı dalgaların kayalara çarpmasıyla ters yönde oluşan dalgalarla mücadele ediyordu. Çok paniklemişti, denizden korkan ancak temiz zamanlarında Mısmılırmak Karaağaç Kolluğu Eski Köprüsü altında ve bazen Kızılırmak Eğri Köprüsü altında ancak yüzmeyi beceren birisi olarak Tekin´ e son emrimi verdim. Tekin´i sol kolumla sıkıca sarıldığım bir sivri kaya parçasına tutunarak sağ elimle dalganın çarpacağı küçük koya yaklaşınca bileğinden tutarak kenara çektim. Tekin artık kayanın üstünde olmasına rağmen hala elimi bırakmıyordu. Neticede kendine yüzme hususunda çok güvenen arkadaşımı kurtarmış oldum. Tekin Maden Mühendisi olarak Kütahya Termik Santralinde çalışıyordu. 1985 yılında beni davet ettikleri bir yemekte o günleri yad etmiştik.
Yurdun sıcak sulu banyoları yoktu, okuldan 500 metre mesafede ve daha aşağıda maden işçilerinin kullandığı banyolardan faydalanıyorduk. Nasıl olsa biz de işçiler gibi madenci olacaktık. Okul Müdürümüz Süleyman Bey jeoloji dersimize giriyordu, sabahtan bir defa kullandığı kibrit ile kesintisiz sigara içiyordu. Yeni sigarasını iki santim kalmış sigarasının ateşiyle yakıyordu. Ders anlatırken bile duman kaçan tek gözünü kısarak sözlerine devam ederdi. Boynu ve vücudu oldukça inceydi. Bütün hocalarımız çok kaliteli ve öğretmeye can atıyorlardı. Hele ArmutçukKömürleri İşletmesinde Müdür Muavini olan hocamız bize kotlu tasarı geometri öğretirdi. Maden ocağı işletmesindeki faydalarını bu dersten pratik olarak nasıl istifade edeceğimizi anlatırdı. Almanca öğreten hocamızda çok heyecanla ders anlatırdı. Yüksek matematik dersi veren Can Hocamız konuyu daha iyi anlayabilmemiz için elma ile armut misaliyle ders anlatırken Kahramanmaraşlı Kadir arkadaşımız hocanın sözünü keserek hocam elma mı derler yoksa alma mı derler demeye kalmadı. Can Hocayı hiç kimse teskin edemiyordu, Hocanın Kadir´e bağırması ve hakaretiyle koca bina titreyip çınlıyordu. Bu girişimi Kadir´in istikbalini etkiledi ve okuldan ayrılmak zorunda kaldı. Bu olay bütün sınıfı çok üzdü ve Hoca Kadir´i dışarı attı. Can Hoca, çok sevdiğimiz sert yapısının yanında her zaman diyaloğa ve öğretmeye yatkındı. Bana kütüphanede bulunan yüksek matematik kitaplarından faydalanabilmem için bir haftadan fazla muhafaza edebileceğimi söyledi. Dersler devam ederken Zonguldak Kömür Madeni Havzasında bulunan Kilimli, Üzülmez ocaklarını gezdirdiler. Üretim ve işletme hususlarında bilgiler edindik, Maden Mühendisi olacağım için taş, kaya cinslerini, mineralojik isimlerini, tabakalaşma cinslerini ve jeolojik formasyonlarına göz gezdirmekten kendimi alamıyordum ve iyice kendimi kaptırmıştım. Bana 3.sınıf öğrencisi Gürünlü Hayati isimli arkadaşımın da çok faydası oldu. Şubat tatili için Sivas´a gideceğim günler yaklaşınca nefes darlığına iyi geldiği söylenen defne yaprağı getirmem söylendi. Zonguldak dağlarında bolca olan bu yapraklardan bir torba doldurup Kılavuz´a götürdüm. Bu hediyem ziyaretimin candan samimi sebebi idi. Buna ilaveten derslerinde başarılı bir öğrenci görünüşüm vardı. 2. Yarıyıl eğitimim Mart 1960 başından 20 Haziran 1960 pazartesi Armutçuk Kömür İşletmesine bağlı Kandilli Kömür Üretim Tesislerinde stajıma başlayıncaya kadar devam etti. Bütün derslerden başarılı olarak 2. Sınıfa geçmiş ve staja başlamıştım. Stajım Pazar günleri hariç 60 iş günü devam etti. Armutçuk Kömür İletmesi Kandilli Kömür Ocakları misafirhanesinde kalıp kahvaltı ve akşam yemeklerini misafirhanede yiyordum. Misafirhanedenocaklara yürüyerek gidip geliyordum. Misafirhanede bir Hollandalı stajyer ve benimle beraber altı kişi kalıyorduk. 60 iş günlük stajımda vardiya olarak ve her hafta değişerek
- Vardiya 08:00-16:00
- Vardiya 16:00-24:00
- Vardiya 00:00-08:00 saatleri arasında çalıştım.
Çalıştığım kısımlarda öğrendiklerimimuntazam bir şekilde staj defterime işliyordum. Stajda uygulamalı olarak öğrendiğim ve fiili çalıştığım kısımlar şunlardır:
1- Kömürü alınarak ilerleyen galerilere tomrukla takviye bağı yapmak
2- Emekli oluncaya kadar güneş yüzü görmeyen katırların çektiği küçük vagonların üzerinde yürüdüğü rayların montajının yapmak
3- Ocak havalandırma sisteminin uygulaması
4- Ocaklarda biriken suların pompaj sitemiyle atılması
5- Sürekli Ocaklarda bulundurulan emniyet lambasıyla (grizu lambası) birikmesi mümkün olan yerlerdeki metan gazının (CH4) ölçülmesi ve havalandırma ile temizlenmesi
6- Kırıcı tabancalar ve kazma ile kazılan kömürün vagonlara yüklenmesi
7- Vardiyalarda aynadan taşınan kömür miktarının tespiti
8- Kazma ve kırıcı tabancalarla ayrışmayan sertlikte olan kısımlara 34 mm çap ve 80 cm uzunluktaki delinen deliklere elektrikli adi kapsüllerle ve özel manyeto ile sıkılanmış ve ancak çatlatacak miktardaki dinamitin patlatılarak yapılan ateşleme işleri
9- Havalandırmayı müteakip hava basıncı ile çalışan ocak aydınlatma hattının ve lambalarının faaliyete geçirilmesi ve kömürün ıslatılması işleri
10- Bantlarla taşınan kömür yıkama ve eleme tesislerinin çalışma sitemleri, kapasite, verim ölçümü ve depolanması
Bütün bu çalışmalarım ve öğrendiklerim deniz seviyesinden 200 metre altında kömür çıkarılan galerilerde oluyordu. Ocaklara inerken miğferlerimize takarak aydınlatmada kullandığımız lambalar bataryalarıyla beraber şarj merkezi sorumlusuna teslim ederek bir sonraki vardiyaya kadar dolum yapılıyordu. Ocaklara vardiya için indiğimizde 4 saat sonra kumanya dağıtılıyordu şayet kumanya ocağa inmeden verilmesi gereken vardiya ise miğfer ve lambayı aldığımız kişiden alıp ocağa asansörle iniyorduk. Kumanyamız genelde çeyrek ekmek, peynir, zeytin, helva oluyordu. Kumanyaları saati geldiğinde o anda ocakta bulunan işçi, formenlerle bir kenarda taş tomruk veya kuru yere oturup 15 dakikada görevi yerine getiriyorduk. Ben 3. Vardiya için ocağa indiğimde bir galerinin 2. Vardiyanın işini tamamlamış, bağ tomruk tedarik sorumlusu ile başka galerinin 3. Vardiya için işe yeni gelmiş tedarik sorumlusu hararetle malzeme asansörü önünde tartışıyorlardı. Konuyu tatlıya bağlamak için devreye girdim, 2. Vardiya sorumlusunun sipariş verdiği tomruklar vardiyasının sonunda ancak gelebilmiş. Niçin geç gelmiş bilmiyorlar belki yukarıdakilerin ihmali. Yeni vardiya sorumlusu diyor ki ben senin bu tomrukları şimdi kullanayım, sen de benim ısmarladığım tomrukları vardiyana tekrar başlayınca kullanabilirsin diyor. Aralarındaki inatlaşarak senin benim tartışmasını sonlandırıp, tokalaştırarak tatlıya bağlattım. Bu çabamın karşılığında küçük bir sepet içinde çilek dolu hediyemi almıştım. İşletmenin sorumlu mühendisine ve işletme müdürüne staj defterimi imzalatarak misafirhanedeki çantama yerleştirdim. Ertesi gün ocağa son staj günü girmek için teçhizatımla birlikte asansöre bindim. Niyetim deniz seviyesindeki kömür madeni galerilerini görmekti. Asansör 60 metre kadar aşağıya indi, stajım süresince ilk defa incelediğim galerilerden önce deniz tarafına havalandırma amaçlı açılmış galeriden dışarı çıktım. Bu galeri temiz hava girişi için düşünülmüş ama elektrikli fan hareketsiz duruyordu. Sonra tekrar tekrar diğer galerileri dolaşmaya başladım biraz ilerilerde %5 meyilli kömürü alınmış ocakta domuz damı tabir edilen takviyelerin etrafındaki kömürleri kazma kürekle temizleyen ekibe rastladım. Selam verip ekip başının elini sıktıktan sonra etrafa göz gezdirdim. Çalışan işçi ve başlarıyla 50 kişi kadar vardı, dağınık bir şekilde gayretle çalışan işçileri görmek beni sevindirdi. Bir ara gözüme tavana yapışmış olan kömür parçasının üzerindeki sarı renkli pirit tanecikleri gözüme takıldı. O parçadan bir numune kopartmak için ekip başından kazma istedim. Tavan ve taban sert kalker taşıydı ve %5 meyilli yukarı çıkan boşluk aralıklı kullanılmış tomruklarla domuz damı ile takviye edilmişti. Kazmanın sivri ucu ile vurduğum numuneyi isabet ettirip düşüremedim. İkinci defa kazma sapını uzatıp ayak uçlarımla yükselterek vurduğum darbede taştan kıvılcım çıktı. O anda rengim sarardı ve ekip başından grizu gazını (metan gazını) ölçmem için emniyet lambasını istedim. Lambayla yaptığım ölçümde mavi alev boyu takriben 4 cm kadardı. Orada fazla gaz birikimi olmadığı için çıkan kıvılcım bir tehlike oluşturmamıştı. 15 metre ileride meyilli ve biraz daha yüksekçe olan yerin grizu gazı kontrolünü deyapmak istedim. Takriben 75 cm daha yüksek olan bu yerde ve işçilerin takviyeler arasında kömür temizliği yaptıkları noktadaki gaz ölçümü tam bir felaketti. Mavi alev boyunun 7 cm yükseklikteki neticesi %100 grizu patlamasına sebep olacak kadardı. Ekip başına derhal işçileri toplayıp asansörle yeryüzüne çıkmalarını söyledim. Yetkim ve selahiyetim olmadığı halde işi tatil ettim. Asansörle yukarı çıktım ve sorumlu maden mühendisin odasına gittim sakin sakin yaptığım şeyleri anlattım ve işçileri durdurarak oradaki işi tatil ettim dedim. Oranın havalandırması için fanın çalışmadığını söyledim. Mühendis Vural Abi yaptığım bu girişime sevinerek bana sarılıp benim iyi bir maden mühendisi olacağımı söyledi. Bu umursamaz tavırlar bende hayal kırıklığı yaratmıştı en az 50 kişinin tesadüfen hayatlarını kurtarmaya vesile olduğum için şükür ederek mutlu oldum. O anda benim mühendise cevabım şu oldu ? Ben Maden Mühendisi olmayacağım, Zonguldak´a gidip kaydımı sildireceğim? dedim. Kararımı değiştirmem için dil döken mühendisin hiçbir lafı kulağıma girmiyordu. Ertesi gün 1 Eylül 1960 Perşembe günü arkadaşım Ferhat İlk ile görüşüp karar vererek sınıflarımızı geçtiğimiz için İstanbul Yıldız Teknik Mimarlık 1. Sınıfına kayıt olabileceğimizi öğrendik. İkimiz beraber müdür muavini Can Beyle görüştük, hocamıza maden mühendisi olmak istemediğimizi söyledik. Sınıfımızı geçip stajımızı yaptığımıza dair resmi yazıyı aldık. Can Hoca tekrar gelirseniz size almayacağım dedi, hocanın elini sıkıp teşekkür ederek ayrıldık.
2 Eylül 1960 Cuma günü saat 21:00 de Zonguldak Limanından kalkan vapur ile başlayan 3. Mevkii yolculuğumuz ertesi gün sabah saatlerinde İstanbul Karaköy İskelesinde son buldu. Vapurdan inip 43 nolu Aksaray Yıldız otobüsü ile Yıldız Teknik bahçesi içerisinde olan yabancısı olmadığımız yurda yerleştik. Yurt müdürü çok babacan biriydi durumumuzu anlatınca gerekli kolaylığı gösterdi. 05 Eylül 1960 pazartesi günü Yıldız da yeniden 1. Sınıf mimarlık öğrencisi olduk. Sınıfımızın mevcudu 80 kişiydi 5095 numara benim, 5096 numara arkadaşım Ferhat´ın oldu. Sınıfımızın ortalarındaki yan yana masalara oturup biraz keyif çattık. Eğitim başlayıncaya kadar İstanbul Boğazını, adalarını, semtlerini, Eyüp Sultan, Fatih, Süleymaniye, Sultan Ahmet, Beykoz Tarabya, Bebek, Topkapı, Beyoğlu velhasıl 4 yılımızın geçeceği şehri tanımaya çalışıyorduk. Mimarlık öğrencisi olunca her ne kadar inşaat olmasa da müstakbel kayınpederimin hoşuna gitmişti. Onun hoşuna gidecek müjdeyi şöyle vermiştim, mimarlık tahsili yaparken Şubat tatilinde ailece karar vererek resmi nikah yapmayı uygun bulduk. 24 Şubat 1961 tarihinde resminikahlı olarak evlenmede, memuriyet ve öğrenciliğimi 14 Şubat 1965 tarihine kadar devam ettirdik. Mimarlık 1. Sınıftan 2.sınıfa geçince tekrar sene kaybetmeden bir sonraki 1961 yılı Eylül sınavlarda iki fark ders imtihanını verirsek inşaat mühendisliği 2. Sınıf öğrencisi olabileceğimizi öğrendik.
Fark dersleri ise :
1- Jeoloji
2- Kotlu tasarı Geometri
Bunlar zaten bizim maden teknikte çok başarılı olduğumuz derslerdi. Nitekim mimarlıkta 2. Sınıfı geçince idareye birer dilekçe vererek fark derslerin imtihanlarını verip inşaat mühendisliği tahsili yapmak istediğimiz söyledik. Kayıt memuru sonraki sene hangi dala atlayacaksınız diye sordu. Biz de şimdilik inşaatçı olmak istediğimizi söyledik. Eylül 1961 de inşaat 1 deki jeoloji ve kotlu tasarı geometri derslerinden bütünlemeye kalmış bazı arkadaşlara da ders çalıştırarak ve yüksek not alarak Ekim 1961 de inşaat mühendisliği 2. Sınıf öğrencisi olmuştuk. Çok neşeliydik bizim halimizi ve gayretimizi izleyenler memnuniyetlerini belirtiyorlardı. Neticede Yıldız Teknik Okulu İnşaat Mühendisliği Bölümündeki öğrenimimi stajlarımla birlikte 1963-1964 eğitim-öğretim yılında tamamlayarak 01.10.1964 tarih ve 2597 Nolu İnşaat Mühendisliği Diploması almaya hak kazandım.