Ömer YILDIZ


KUR'AN AYI RAMAZAN!

Ömer YILDIZ yazdı...


Kur’an Ayı Ramazan

Ramazan rahmet, bereket ve mağfiretin insanlığın üzerine yağdığı bir aydır. İnsanların birbirine yabancılaşmasına mümkün mertebe engel olup, aralarında ünsiyet oluşmasına vesile olan, hırsları, koşuşturmaları ile meydana gelen mesafeleri kapatan, soğumuş ilişkileri tekrar ısıtan bir ilahi müdahaledir. Tabii bütün bu güzel hasletlerin oluşması bu zaman dilimine insanın katılma biçimi ve heyecanı ile ilgilidir. İnsan kapısının önüne kadar gelen, bütün benliğini kuşatan, içine çeken bu cazibeye karşı direnebilir, umursamadan lakaytlığı tercih edebilir.

Oruç bizden öncekilere farz kılındığı gibi, bize de farz kılınan boyutuyla hissedildiğinde bizi kadim geçmişimizden geleceğimize bağlayan bir eylemdir. Bizi kadim tarihin insanlarıyla aynı zamanda toplar ve bizi çağdaş kılar. Zira Ramazan ayında indirilmiş olan Kur’an o çağdaşlığı ilmek ilmek zihnimize işler ancak zihnimizi, kalbimizi, ruhumuzu ona açık tuttuğumuz ölçüde. Bu bağlamda oruç ve Kur’an bir Müslüman zihnin, bilincin ve öznenin inşa edilmesinde birbirini tamamlar. Oruç bize rızkın Allah’tan olduğu bilincini aşılar ve o rızıktan başkalarına da infak etmenin gerekliliğini öğretir. Bu öğreti insanı başkalarına karşı duyarlı kılan en etkili derstir. Oruç bize sahip olduklarımız üzerinde sınırsız, hesapsız bir tasarruf hakkına sahip olmadığımızı hatırlatır, bunun pratik olarak eğitimini verir. Oruç aynı zamanda Kur’an’ı okumaya, daha iyi anlamaya ve hissetmeye yönelik bir hazırlıktır. Şartlar hakkıyla yerine getirildiğinde ayetler tefsire ihtiyaç bırakmaksızın kendini açmaya başlar, bizi içine çeker, söyleyeceğini söyler.

Kur’an’da müminlerden söz edilirken; “Aklıselim sahipleri ayakta dururken, otururken, uyumak için yanları üzerine uzanırken Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler” denilir (3/Al-i İmran: 191). Kur’an’ın bu ifadesinden hareketle, mü’minlerin hayatlarının her safhasında Allah’ı zikrettikleri veya zikretmeleri anlamını çıkartmak mümkündür. Ancak kültürel olarak Ramazan ayında Kur’an okumak ve hatim ile bu ayı ihya etmek adet halini almıştır. Hâlbuki Müslümanlar Ramazan ayındaki ahlakî duyarlığı hayatın her alanına ve her gününe taşımakla sorumludurlar. Şayet Ramazan ayına mahsus bir Müslümanlık anlayışını kabul edecek olursak, bunun pratik sonuçlarının ister istemez, Mustafa Öztürk’ün deyimi ile “mevsimlik Müslümanlık” diyebileceğimiz bir dinî yaşantıya pirim vermiş oluruz.

Ramazan orucu, bir ay boyunca güneşin doğmasından batmasına kadar ki zaman diliminde yani “gündüz/nehar” yemeden içmeden ve cinsellikten uzak kalarak ifa edilen bir ibadettir. Bir insanın Allah’ın rızasını gözeterek bir ay boyunca bu tecrübeyi yaşaması, arzularının kontrolü için önemli bir yöntemdir. Diğer taraftan Ramazan ayının oruç ayı olarak seçilmesi, ilahî iradenin bir tecellisidir. Zira oruç kameri takvime göre tutulduğu için, bir insan hayatında iki ya da üç kez güneş yılının bütün günlerine denk gelecek şekilde oruç tutma tecrübesini yaşamış olur. Kameri takvime göre tutulduğu ve her yıl zamanı değiştiği için de yazdan kışa her koşulda tecrübe edilmiş olur.

Kur’ân-ı Kerîm, bin aydan hayırlı olan Ramazan ayının Kadir Gecesi’nde inmeye başlamıştır (97/Kadr: 1). Bu bakımdan Ramazan ayına “Kur’an ayı” dense yeridir. Kadir gecesinin bin aydan daha hayırlı olduğu elbette doğrudur(97/Kadr: 3). Ancak Kadir gecesi bizatihi mi bin aydan daha hayırlıdır/değerlidir; yoksa Kur’an’ın o gece indirilmeye başlamasından dolayı mı değerlidir? Doğru ifade ile şerefli ve değerli olan; Kur’an Kadir gecesinde indiği için, gece şereflidir/mübarektir. Bin aydan hayırlı olması Kur'an'ı bize taşıyan gece olmasından dolayıdır.

 

Ramazan ayına ve Kadir gecesine değer katan ve bu zaman dilimlerini diğer ay ve gecelerden anlamlı kılan şey, Kur’an’ın indirilmeye bu ayda ve bu gecede başlamış olmasıdır. Burada vurgu Kur’an’a yapılmalıdır. Aksi takdirde Kadir gecesi de gecelerden bir gecedir. Hz. Aişe Peygamberimize sorar: Ya Rasulallah bir gecenin kadir gecesi olduğunu bilsem ne yapmam gerekir? Peygamberimiz, “Ya Rabbi sen affedicisin affetmeyi seversin beni de affet diye dua et” diye cevap verir. Görüleceği gibi peygamberimizin bu cevabı her zaman ve her gece yapılabilecek bir duadır. Şu halde Kadir Gecesine özel bir durum ve ihya etme hali yoktur.

Ramazan ayı içerisindeki Kadir Gecesine, Kader Gecesi de diyebiliriz. Zira “kadr” veya “kader” kelimeleri, “ölçü koyma” ve “ölçü” anlamlarına gelir. "Biz, her şeyi bir kadere/ölçüye göre yaratmışızdır" ayeti bu anlamı destekler (54/Kamer: 49). Müfessirlerin bir kısmına göre, Kadir gecesi bir yıllık ölçülerin belirlendiği ve görevli meleklere emir halinde verildiği bir gecedir. Yaratılacak her şeyin ölçüsü bu gecede kararlaştırılır (44/Duhân: 4-6). Yani Kadir gecesi melekler yeryüzüne iner ve önümüzdeki bir yıllık işlerin planlamasını yapıp onu bir kanuna bağlar.

Hayatımızın her alanında/safhasında kendimize rehber edinmemiz gereken Kur’an’ın Ramazanda indirilmeye başlamasından ve bu ayda oruç tutulmasından dolayı Ramazan ayı önemlidir. Nitekim Kur’an bize bunu şöyle anlatmaktadır: “Kur'ân, insanlara bir rehber, bu rehberliğin apaçık delili ve doğruyu yanlıştan ayırt edici bir ölçü olarak Ramazan ayında indirilmiştir. Bundan dolayı, sizden kim bu aya ulaşırsa, bu ayda oruç tutsun. Ancak hasta veya seyahatte olan, başka günlerde aynı günler miktarınca oruç tutsun. Allah sizin için kolaylık diler, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz ve O'na şükretmeniz içindir” (2/Bakara: 185).

Toplumumuzda çok yaygın olan Ramazanda “hatim indirme” adeti Kur’an’ı anlamak kaygısından ziyade yüzüne okunmadan hâsıl olacak sevap içindir. Ancak Atay Hoca’dan ödünç alarak söyleyelim; anlamını bilerek okunan bir ayet, anlamadan okunan bir hatimden daha sevaptır. Anlamadan okunan Kur’an’ın ne dirilere ne de ölülere hiçbir faydası olmaz. Bu tür bir uygulamanın hem Peygamberimiz hem de arkadaşlarının Kur’an algısında bir karşılığı da yoktur. Her şeye rağmen Ramazan’da Kur’an okunuyor, hatimler indiriliyor ama bana öyle geliyor ki, “Kur’an bu ayda inmiş madem; biraz fazla Kur’an okuyalım da, bu kitabı daha bir iyi anlamaya çalışalım” diyenlerin sayısı hayli azdır. Kur’an okumada gayemiz; anlamak ve anladığımız kadarını yaşamak olmalıdır. Bu nedenle anlamadan sırf ramazanla güne gün bitirmek için okunan hatimler hazmedilmemiş hoş bir yemeğe benzeyeceğinden tadı damağımızda kalacaktır.

Sesi güzel bir hafızın teganni ile okuduğu Kur’an’ı dinlemek; muhteşem bir tabiat manzarası karşısında duyulan hazza benzer. O manzara karşısında mest olur ve çok da mutlu oluruz o kadar. Bize bundan başka bir getirisi olmaz. Hâlbuki Kur’an’ın kendisi bize, onu ağır ağır/dura düşüne, yani anlayarak okumamızı söylemektedir (73/Mümezzil: 4).

Peygamberimizin arkadaşlarından Abdullah ibni Mesud’un bize haber verdiğine göre; onlar Kur’ân’ı on ayet, on ayet alıyor ve bu on ayeti hayatlarında pratiğe dökmeden diğer on ayete geçmekten kaçınıyorlardı. Bu bağlamda Abdullah ibni Ömer de Kur’an algısının daha o günde değiştiğinden yakınarak şöyle diyor: “Biz Kur’ân’dan evvel imanı sağlamlaştırmaya çalıştığımız uzun bir dönem yaşadık. Kur’ân sure sure nazil oluyordu. Bu surelerin helâl ve haramını, emir ve yasaklarını öğrenirdik. Şimdi ise imandan evvel Kur’ân’a yapışan, Fatiha suresinden başlayarak sonuna kadar okuyan, fakat Kur’ân’ın emri nedir, yasağı nedir ve neyin yanında durmak gerekir; katiyyen bilmeyen, okuduğu

Kur’ân ayetlerini çürük hurmalar gibi sağa sola serpen nice kişiler görüyorum.” Bu yakınmaya kulak verip Kur’an’a ne yaptığını bilir bir vaziyette yani “şuurlu” bir şekilde yanaşmalıyız.

Sahabe, Peygamberimizin bir sünneti olarak her gecenin üçte birinde düşünerek, anlama gayretiyle Kur’an okuyordu. Anladıklarını/öğrendiklerini ve kendilerinden istenen davranışları gün içinde hayatlarında pratiğe döküyorlardı. Bizim gibi indirilen hatimden hâsıl olacak sevap diye bir gayeleri yoktu onların. Bu yüzden Kur’an okuyoruz okuyoruz değişen bir şey olmuyor. Kur’an okumaktan da bir şey çıkacağı yoktur. Şu halde bırakalım okumayı düşüncesine kapılmak yanıltıcıdır. İşin doğrusu bizim okuma problemimiz var. Mesela; defalarca okuduğumuz “yalan söylemeyiniz”, mealindeki ayeti davranış haline dönüştürmek için âlim olmamız gerekmiyor. Bırakın ilkokul mezunu birini, okuma yazma bilen bir kişinin bile rahatlıkla anlayacağı bu davranışı içselleştirdiğimiz zaman Kur’an’ı okumuş oluruz. Sahabenin de okuma şekli böyleydi. Onların mezarlıkta okunan Yasin suresinden hâsıl olan sevabı Âdem’den başlayarak günümüze kadar yedi ceddine üleştirmek gibi bir dertleri de yoktu. Onlar Kur’an’ı bir Hayat Kitabı olarak görüyor ve öyle davranıyorlardı. Maalesef bu konuda bizim bugünkü durumumuz, Rasülullah’ın “onlar, Kur’an’ı büsbütün terk ettiler, onu ihmal ettiler, ona gereken değeri veremediler” (25/Furkan: 30) yakınmasıyla bire bir örtüşmektedir. Okuduğumuzu zannettiğimiz Kitabı büsbütün terk etmişiz ama vahametin farkında değiliz.