Osman ÇELİK


Ölü Bir Şehirde Yaşamak


bir şehrin urgan satılan çarşıları kenevir

 kandil geceleri bir şehrin buhur kokmuyorsa

yağmurdan sonra sokaklar ortadan kalkmıyorsa

o şehirden öcalmanın vakti gelmiş demektir

yargı kesin: Acı duymak ruhun fiyakasıdır

kin, susturur insanı; adına çıdam denir

susulunca tutulan çetele simsiyahtır

o siyah öcalmakcasına gür ve bereketlidir

vandal yürek! Görün ki alkışlanasın

ez bütün çiçekleri kendine canavar dedir

haksızlık et, haksız olduğun anlaşılsın

yaşamak bir sanrı değilse öcalınmak gerektir.”

                                                   İsmet ÖZEL

 

Ölü bir şehir… burası.

Kendini, gönüllü olarak ölüm uykusunun kollarına bırakmış bir şehir….

Ölüm içinde şehir, şehir içinde ölüm.…

Umarsız kalabalıkların, ne için ve nasıl yürüdüğünün analize muhtaç hali, ayan beyan ortada iken, kalplere ve zihinlere işlemiş olan tekdüzelik ne ile açıklanabilir?

Gecenin kör karanlığında, sağa sola serpişmiş yarım yamalak gölgelerin bile, ayak seslerini hissetme dürtüsünü ters yüz etmiş bir şehri kurmak için çabaya gerek var mıydı?

Ölü bir sessizlik, ölü bir tekdüzelik…

Tekdüzelik içinde benlik, benlik içinde tekdüzelik…

Aynı nefes alıp vermeler, aynı hayaller, aynı demir tırnaklarla çivilenme yavanlığa.…

Tekdüze yaşama alışkanlıkları karabasan gibi ortak bir yargı çerçevesinde döndüğüne göre, bir dirilik işareti bunun neresinde?

Sıra sıra, kaldırımda yürüyen ölüler serisi gibi….

Sıra sıra, alış veriş merkezlerinde, sepetleri aynı ürünlerle dolu kasada bekleyenler gibi….

Aynı filmleri seyreden, aynı espriye gülen, aynı giyinmek ve aynı yaşamak standartları dışına çıkamayan haller hali nedir ve ne ile anlamlandırılabilir?..

Yürüyenler ve gölgeler….

Gölgeler ve yürüyenler….

Yürüyen gölgeler….

Gölgeli yürüyenler.…

Sıra sıra, adım adım, öte öte. …

Göğün emsalsiz konukları serçelerin bile, belli kaygılar doğrultusunda ortak kanat şakımaları çokça belirgin iken, şehri tepeden tırnağa saran, kara gri bulutların verdiği derin ölüm uykusu, kaç asır daha kol kol salınacak?

Kaç asır daha soğuk ıssız kaldırımlar, bir insan sıcaklığına hasret kalacak?

Kaç zaman daha yağan yağmurlar, bir şerbet tılsımını sere serpe dağıtacak,  adım içinde adımlar arayacak?

Yapmacık ilişkiler, maskeli suretler….

Aşkı, hayali ve ideali ters yüz eden yapaylıklar….

Kara gri kaldırımlarda, sökülen yüzleri yamayan suretlerin her an arttığı, zaman içinde zamanlar zamanı….

Ölü bir şehirde yaşamak….

Diri bir hayale dahi fırsat vermeyen ölüler içinde, bir ölüm uykusuna mecbur olma….

Soluk benizli, hayale ve ideale sırt çevirmiş aynı yöne doğru yürüyen binlerce insan.…

Kara gri bulutların, keskin kuzey rüzgârlarının dört bir yana serpiştirdiği bir ölüm soğukluğu.…

Kutu kutu beton kafeslerde, her bulduğunu kendisi için yağmalamayı bekleyen hazır yığınlar.… Biri birine benzeyen suretler, biri birine benzeyen davranışlar….

Ölü bir şehir…,ölü insanlar yığını..

Betondan, taştan, suretsizlikten, yapaylıktan oluşmuş ölü bir şehir….

Diri olduğunu zanneden kalabalıkların, yeme içme ve uyuma ikileminden kendilerini alamadıkları ve her türlü samimiyetin berhava edildiği ölü bir şehir….

Ip ıssız bir soğukluk, ıp ıssız bir boşluk…...

Boşluk içinde boşluk….

Ölü bir şehir…...