Doğunun ihtişamlı geleneği, asırlar geçmesine rağmen kaybolmak yerine güçlenerek ortaya çıkmıştır. Yazılı metinler ne kadar az olursa olsun, halkın belleğinde ki sözlü varlık, o milletin devamlılığı ile de alakalı sayılır.
Bütün dünya klasikleri, elbette bir birinden değerlidir. Ve sınır tanımaz bir evrensellikle, insanlığın hamlığını giderip, olgunluğun yolunu açarlar.
Bu bağlamda FARS kültürünün baş yapıtı olan Firdevsî´nin Şehnâme´si 60 bin beyitlik bir kütüphane hüviyetindedir.
FİRDEVSİ, ?bununla İRAN milletini yeniden dirilttim? derken asla mübalağa yapmamakta. Gerçekten de İRAN kültürü, bu eser sayesinde klasikleşme serüvenini kaybetmemek üzere ebedileştirmiştir.
***
Milletlerin tarihinde var olan masal anlatma geleneği, aslında hem dilin hem de kültürün korunmasını sağlamıştır. FİRDEVSİ´nin de, bu sözlü gelenekten epey beslendiği aşikar. İslamiyet öncesi FARS kahramanlarını abideleştirirken, kullandığı dar milliyetçilik mantığı sayesinde, FARSLILIK bilinci de, daha kavi kıldığı bir realite?
Elbette kahramanlara, mitolojik bir tılsım vermesi de hünerlice. Rakibinden her daim bir adım önde olma serüvenini, Şehnamenin her bölümünde görmemiz mümkün.
Mitolojik unsurlara sadece FİRSEVSİ´nin yer verdiğini söylersek, büyük bilgeye haksızlık etmiş oluruz. Bütün milletlerin kültürel akışında ve varlığında, başka milletlerle kıyası üstün tutma amaçlı, mitolojik örgüler muhakkak fazladır.
Oğuz Kağan Türeyiş destanında, Sümerin Gılgamış, Britanyalıların Kral Arthur, Finlilere ait Kalevala, Yunanlılara ait İliada ve Odysseia destanları buna dair benzer örneklerdir.
FİRDEVSİ, kahramanlarında olağan üstü güç ve felsefi yorumlamaları da gösterirken, FARS geçmişini de günümüzle bağlamakta büyük ustalık gösterir.
Belki de insanlığın temelinden itibaren var olan mitolojik akış, zamanla milli renklere bürünse de, dünya edebiyatını besleyen bir ırmak olarak da görebiliriz.
FARS kültürünü dirilten FİRDEVSİ, gerek kendi topraklarında, gerek Osmanlı coğrafyasında, gerekse daha öte tarihlerde Batı yakasında da, benzerliklerin ortaya çıkmasına kapılar aralamıştır...
Tabiki burada ZALOĞLU Rüstem mitolojik bir karakter olarak karşımıza çıkarken, Alp Er Tunga´da da aynı yansımayı görebilmekteyiz.
Miletlerin tarihinde kendi öznel akışları ne kadar ulusal olursa olsun, günü geliyor ki doğudan batıya pek çok düşünceyle de bütünleşmesin.
***
Kim bilir FİRDEVSİ gibi ortaya baş yapıtlar koyan şairlerin, Büyük İSKENDER´in ?DARA? mücadelesinin sonunda söylediği iki kelime üzerine mi kaimdir her şey;
Zafer Yahut HİÇ?
?Makedonya kralı İskender, PERSLİ Dara´yı yendikten sonra doğuda ilerlemektedir. Dara´nın hızı Rukzan hüviyetini gizleyerek Pencap hükümdarı Eşber´in sarayına sığınır. Eşber´in kızkardeşi Sumru, İskender´i gömeden ona aşık olmuştur. Gzilice buluşan Sumru ile İskender arasında gidip gelirken Rukzan da İskender´i sever. İskender Sumru´nun bütün ricalarına rağmen Pencap ülkesine yürür. Sumru,Ona söz geçiremeyince ağabeyini bu savaştan vazgeçirmek ister ancak Eşber halkına karşı sorumlu olduğunu bilir. Savaşır ve bir hain sandığı Sumru´yu öldürür. Bu haber İskender´e ulaşınca kıral kendisine engel olmak isteyen Rukzan´ı atıyla çiğneyerek geçer. Pencap düşer, Eşber zincire vurulur. Eşberin kahramanlığına hayran kalan İskender onu serbest bırakır ve kılıcını geri verir. Kılıcı alan eşber intihar eder.Etrafı Eşber´in, Sumru´nun ve Rukzan´ın cesetleriyle çevrili olan İskender, bunun manasını hocası Aristo´ya sorar. Eser Aristo´nun cevabı ile biter:
-Zafer yahut hiç!?