SİVASI BEKLEYEN TEHLİKE: FEODALİZM
Bakıyorum da Sivas’ta, “Sivaslı mısın, köylü müsün?”, “Hangi köydensin?” tartışması güncelliğini yitirmiyor. Öyle ki gerek yurtiçi gerekse yurt dışına göç eden hemşehrilerimiz istatistiklerde ilk sırayı kimseye vermiyor. Yeri geliyor “İstanbul’da en çok biz varız” diye övünüyoruz, yeri geliyor “en çok biz varız da niye kendimize faydamız yok” diye hayıflanıyoruz. Sivas dışında yaşayanlarımız memleketlerine özlemden dolayı aidiyet duygusunu sağlayamayıp bulundukları yerde yabancılık çekiyor. Nasıl çekmesin ki kendi şehrinde bile “köylüsün” diye burun kıvrılıyor.
Orhan Kemal’in Bereketli Topraklar Üzerinde romanı Sivaslı gerçeğini acı bir şekilde göstermiştir.Bu gün de dünyanın pek çok yerine savrulan Sivaslıların bulundukları yerde ya da memleketlerinde kabul görmemeleri sürüp gidiyor.
Bensebu yazıda daha acısını söyleyeceğim. Böylece olur ya en azından Sivas’taki hemşehrilerim “sen köylüsün” diye birilerini aşağılamaktan vazgeçer.
Bilindiği gibi önce İskenderun, Adana, Mersin; sonra İstanbul, İzmir; daha sonra Almanya, Fransa, Hollanda ve şimdi de dünyanın pek çok yerine dağılan hemşehrilerimiz var. Bu yaygın göçün en önemli nedeni şüphesiz ki yoksulluktur.
İnsanların gittikleri yerlere uyum sağlaması mutlaka bir süreç gerektirir. Uyum elbette ki hem yerleşikler hem de göçmenler için gereklidir. Ancak yaygın kanaat, bu sorumluluğu göçmenlere yükler. Oysa göçmen kendisinden beklenen gelişmişlik düzeyini barındırsa zaten memleketinden kopmazdı. Bu durumda sorumluluğun paylaşılması oldukça önem arz eder. Bu süreçte hoş görülü olmak da yine yerleşiklere düşer.
Gurbete giden Sivaslıları bekleyen iki kötü sondan bahsedebiliriz. Birincisi, gittikleri yere uyum sağlamak adına geldiği yeri unutup her şeyiyle bulundukları yere göre yaşamaları bekleyendir. Bunlar, memleketle ve dolayısıyla geçmişleriyle irtibatı kesip çocuklarını yeni bir hayata göre yetiştirmektedir. Öyle ki yurt dışında doğan çocuğuna ana dilini öğretme gerekliliğini düşünmeyen insanlar az değildir.
Belli kültür değerleri olmaksızın yetişen çocuğun kısa sürede ana babasından vazgeçmesi de yadırganmamalıdır. Yazık ki bu kişiler yalnız çocuklarını değil kendilerini de kaybediyor. Bu durumun sonunda cenazenin sahipsiz kalması kaçınılmaz oluyor.
İkinci kötü son ise belli bir süre dışarıda kalan hemşehrimiz yükünü tutunca ata toprağına gelmek istiyor. Ancak aradan belli bir zaman geçtiğinden, doğup büyüdüğü yerde hayal kırıklığıyla karşılaşıyor. Çünkü boş bıraktığı tarlaları ve hatta evi, zapt edilerek yıllarca kullanılmıştır.Haliyle bedava elde edilen arazileri vermek istemeyenler, mal sahibini köyünde istemiyor. Bu kişiler zaman zaman göçmenin kardeşi, amcası gibi en yakınları olabiliyor. Bu istilacı kişiler, “tarım destek paraları” ile belli bir güce ulaşmışken köy muhtarlığı gibi bir mevkiiye de gelmesiyle işler iyice kontrolden çıkıyor.
Zaten gurbette kalmaktan köy işlerinde aciz düşen kişi, istilacılar tarafından bazen yasa dışı, bazen zorla, bazen de kandırılarak püskürtülmeye çalışılmaktadır.
Bu şekilde arazisi meraya, hazineye çevrilen, tapulanan kişilerin sayısı da az değildir. Her şeye rağmen arazisine yeniden ev yapıp yerleşmeye çalışanlar da türlü zorbalıklarla karşılaşmaktadır.
Sivas’taki kamu ve sivil toplum kuruluşlarının bu gibi konularda kafa yorması gerekir. Aksi halde hem insanlarımız savrulmaya mahkûm edilecek hem de feodalleşme hızla artacaktır.
Sivas’taki evinin balkonunda turşu kurandan ya da vatandaşın bulgur pilavı sevgisinden rahatsız olmak yerine asıl feodalleşmeden rahatsız olmak gerekmektedir. Bilinmelidir ki “Cumhuriyetin temellerinin atıldığı” bu şehirde beklenen en büyük tehlike, zalim feodallerdir. Aranan güzel ahlak ise geleneksel değerlere saygı duymaktır. İllaki şehrin yerlileri ısrarlı olacaksa o zaman hepimiz anahtarlarımızı mavi gözlü, sarı saçlı güzel hemşehrilerimize bırakıp doğuya doğru hareket etmeliyiz.
2 Mayıs 2021