Hatem Türk


YAZIKLAR OLSUN!

Hatem TÜRK Yazdı...


YAZIKLAR OLSUN!!

İnsanlık Mart ayından beri kovit 19 hastalığının pençesinde. Devletler, kurumlar, şirketler, bilim insanları, basın mensupları, sağlık çalışanları bu “asrın hastalığı”yla bir yandan boğuşurken diğer yandan çareler arıyorlar. Herkesin gözü kulağı dünyanın neresinde olursa olsun bulunacak ilaç ve aşıda. İnsanlar sonuca odaklıyken belki biraz da nedenleri düşünsek çareye daha kolay ulaşabiliriz.

Bütün ailemle bu hastalığı yaşamış biri olarak uzun uzun düşünme imkânı buldum. Bu hastalığa 20’den 80 yaşına dek 11 kişi düştük. Bunların içinde bazıları hiç etkilenmeden atlatırken bazıları çok zorluklar çekti. Bu da gösterdi ki hastalıktan bünyesi sağlam, sporcu olan ve kronik hastalığı olmayanlar etkilenmezken, kilolu, ameliyatlar geçirmiş, şeker, tansiyon gibi rahatsızlığı bulunanlar ıstıraplar çekti. Buradan anladım ki insan ve toplum sorumlularının hastalık gelmeden önce alması gereken tedbirler var. Bunları ruh ve beden terbiyesi olarak ikiye ayırmak lazım.

İngilizlerin ısrarla üzerinde durdukları “sürü bağışıklığı”nı düşünmek gerekiyor. Ama bu, ülkemiz şartlarında imkânsız gibi görünmekte. Öte yandan gelecek için yapılması gerekenleri de düşünmek lazım. Bunun için öncelikle durum tespiti yapmakta yarar var. Birincisi ülkemizde beden terbiyesi yani sporun durumu nedir? Geniş halk kitleleri ne derece spor yapıyor, beslenme haritası ne durumda ve beden sağlığının genel görünümü nedir? Ruh sağlığı için de geçerli bu.

Ülkemizde bu durumlar aslında II. Meşrûtiyet sonrasında çokça düşünülmüş. İttihat ve Terakki Cemiyeti bu konuda “Yeni Hayat” doktrinini Ziya Gökalp’e yaptırmış Ömer Seyfettin, Ali Canip Yöntem, Aka Gündüz, Kazım Nami, Selim Sırrı gibi pek çok aydın da konuyu hemen her yönüyle tartışarak hayatın tüm alanlarını kapsayan millîleşme çabaları göstermişler. Bu aydınlar önce milleti tanıyıp milletin bünyesine göre dil, edebiyat, sanat, eğitim, spor faaliyetleri geliştirmek gerekliliğini önermişler. Bu görüşler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesi olmuş, sonradan halkevleri aracılığıyla geniş halk kitlelerine ulaştırılmıştır.

Bu güne gelecek olursak. Halkımızın içinde bulunduğu beden ve ruh sağlığını anlatma yeterliliğine sahip değilim. Ancak yaşadığım şeyi paylaşarak kamuoyunun dikkatini bir noktaya çekmek istiyorum.

Sivas’ın Gürün ilçesinin Sarıca Köyü, iş hayatım dışında tüm zamanımı geçirdiğim yerdir. Baba ocağından uzaklaşmak hiç aklımdan geçmedi. Bu yüzden belki pek çok bilimsel çalışmamı memleketimle ilgili yaptım. Çalıştığım üniversiteye 300 km uzaktaki memleketim kıskanır diye başka yerlerde toprak sahibi olmak istemedim.

Aynı zamanda Gürün Ziraat Odası’na kayıtlı bir çiftçiyim. Kayısı, kiraz, elma ağaçlarım, çiçeklerim, bostanım hatta bir de kıraç tarlam var. Kabaktepe’deki bu tarlamın bir özelliği içinde çok güzel bir suyun çıkmasıdır. Öte yandan bu tarlamızı 50 yıl önce bir vatandaştan alıp şimdiye dek ekip biçiyorduk. O vatandaşın çocukları, tapu ve kadastro geldiğinde bizi dava etmişler köy muhtarlığı da fırsattan istifade oradaki suyu aşağı köye götürmüştü. Uzun süren mahkemeler sonucunda adalet, tarlamızı da suyumuzu da bize vermişti. Aslında suyu bizden çok doğaya vermişti. Çünkü o su onlarca dönümlük çayırların yaşamasını sağlıyor, oradaki insan ve diğer canlıların su ihtiyacını karşılıyor çevredeki hayat canlığına kaynak oluyordu.

Geçtiğimiz aylarda köy muhtarı sürekli yaptığı gibi bilgime başvurarak bu suyun bir kısmını köye getirmek istediğini söyledi. Bense kesin bir dille reddederek suyun doğanın hakkı olduğunu, köyün içinden çıkan ırmaktan su alınarak her iki köyün (köyümüz Sarıca ve Tökler olmak üzere iki mahalleden oluşur) de su ihtiyacının daha kolay karşılanacağını ifade ettim. O da fikirlerimin kendisi için değerli olduğunu söyleyip teşekkür etti.

Ailece karantinada olduğumuz, anne ve babamın hastanede (halen ordalar) olduğu bir zamanda köy muhtarlığı, devletin imkânlarını seferber edip 3 tır dolusu soba borusu ebatlarındaki borularla yeni ve son derece pahalı bir boru hattı döşemiş ve tarlamda büyük bir şantiye açmıştı. Tarlamın ortasındaki suyu iş makineleriyle 10m’den fazla kazmış suyun güzergâhını değiştirmeye çalışmış, tarlama su kulesi yapmıştı. Tarlada tam anlamıyla doğa katliamı yapılmıştı. Bunu ancak karantinadan çıktığımızda görebildik.

Köye su lazım diyenler varsa daha acı bir gerçeği söyleyeceğim. Köyümüzün sınırlarında belki Türkiye’nin en tatlı suyu olabilecek Balıklı Tohma ırmağı çıkar. Gürün, Kangal ve hatta Sivas’tan misafirler yaz aylarında ırmağın çıktığı Terelik mevkiinde piknik yapar. Burada her yıl festivaller düzenlenir. Ergenekon vadisi gibi harika bir turizm cennetidir. Biz yakın zamana dek kafamızı bu ırmağa sokarak su içerdik. Köyün tüm su ihtiyaçlarını bu ırmaktan giderirdik.

Bu ırmak şimdi köyün çöplüğü haline gelmiş durumda. Köyün kanalizasyon şebekesi açıktan bu ırmağa akıyor. Irmağın her tarafı çöp yığınlarıyla dolu. Köyün tüm çöpleri ırmağa atılıyor. Yaz aylarında verilen toplu yemeklerdeki plastik kaplar çuvallarla bu ırmağa atılıyor. Kangal Termik Santrali’nin atık suları zaman zaman ırmağa salınıyor ve ırmak bazen haftalarca simsiyah zift akıyor. Balıklar ölüyor. Kimse bu balıkları yemeye cesaret edemiyor. Irmağın yanından geçilmiyor. Kimse o zamanlarda ırmak suyuyla tarlasını ve hayvanlarını sulayamıyor.

Geçen yıl Malatya şehri bu ırmağın gözesinden kapalı borularla su alıp bizim köye de içme suyu verecekti. Köy muhtarlığının birkaç çöp bidonu karşılığında bu projeyi desteklediği söylendi. Ancak köyümüzün altındaki HES projesi sayesinde proje rafa kaldırıldı, denildi.

Muhtarlık iki köyün de su ihtiyacı ile ilgileniyorsa yapılacak iş çok basit. En büyük zenginliği, ırmağını temiz tutacak ve onu istediği gibi kullanacak. Bu ırmağın Fırat’a gidip oradan Suriye ve Irak’ı da besleyip Basra’da Dicle’yle buluştuktan sonra Şattülarab’da Kızıldeniz’e ulaştığını bilmesi gerekir. Ve ona göre bu ırmağa ve çevresindekilere hürmet etmesi gerekir. Ancak bunu öğrenirse doğa da ona her nimetini bağışlar. Aksi halde doğanın intikamı hep acı olur. 

İşte kovit hastalığının bir nedeni de içimizdeki bu kokuşmuşluğun, riyakâr yakınlığın bünyede açtığı hasardır. Ama su kültürü olan uygarlığımız temiz kalmayı başaracak ve bu hastalığı da en az hasarla atlatacaktır.

Bilimsel ve Kültürel Çalışmalarımda Memleketimin Rolü

Memleketime yakınlığımdan dolayı doktora tezimi Gürünlü şair, yazar ve gazeteci Hasan Hüseyin Korkmazgil hakkında yaparak kitap olarak yayımladım. Gürün Kaymakamlığı, Belediyesi ve diğer kurumlarıyla birlikte pek çok etkinliklerde yer aldım. Bunlar:

1 - 11. Gürün Kültür ve Sanat Festivali kapsamında “Kültür ve Turizm Alanında Gürün’ün Potansiyeli ve Öneriler” panelinde konuşmacı, 31.07.2010.

2- Uluslararası Gürün Sempozyumu Sekreteri, 24/25.09.2011.

3-Uluslararası Gürün Sempozyumu’nda “Hasan Hüseyin’in Şiirlerinde Gürün” bildiri sunumu, 24/25.09.2011.

4- Uluslararası Gürün Sempozyumu Bildiriler Kitabı Asitan Yayınevi (Tashih), 2012.

5-Gürünlü Âşık Emsali Hayatı Sanatı Şiirleri, Asitan Yayınevi, 2013.

6- Hasan Hüseyin Korkmazgil - Başkaldıran Dizeler Asitan Yayınevi, 2014.

7- Sivas’ta Cumhuriyet Aydınlanması Orta Yayla Dergisi, Sivas Belediyesi Yayınları, 2019.

8- Sivas’ta Cumhuriyet Aydınlanması 4 Eylül Dergisi, Sivas Belediyesi Yayınları, 2019.

9- Hasan Hüseyin Korkmazgil ve Gürün Söyleşi, Ankara Gürünlüler Derneği, Mart 2020.

10-Sivas Postası Gazetesi’nde tamamı Sivas-Gürün’le ilgili 13 yazı: http://www.sivaspostasi.com.tr/kose-yazilari/sivasli-olmak-2084.html